Cumhuriyetin ilk yıllarını ve DP dönemini bir yana bırakırsak Türkiye'de 1960 darbesinden sonra siyasal sistem arayışı hiç bitmedi. Aslında bu yeni ve sivil bir anayasa arayışıydı.
Ama ne yazık ki bu arayış arka arkaya gelen darbelerle hep kesintiye uğradı ve ortaya ucube vesayetçi bir parlamenter sistem çıktı. SETA'nın yayınladığı "Türkiyeİçin BaşkanlıkSistemi" başlıklı çalışmasında Ali Aslan şu tespiti yapıyor: "Yürürlükteki parlamentersisteminatanmışları seçilmişlerinönünekoyan anti-demokratikyapısı nedeniyleülkede etkin, hızlıve enerjik bir yönetiminortaya çıkmasıengellendi."
Bir anlamda "Türk tipi" bu sistem, parlamentarizmin genel hastalığı ve vesayetçi özelliğiyle sürekli kriz üretti. Böylece sadece demokrasi ve kuvvetler ayrılığı zedelenmedi, eğitimden sağlığa, teknolojiden savunmaya gelişmemiz de engellendi.
Şimdi ilk kez güçlü bir siyasal zemin var ve bu zeminde başkanlık sistemi yeniden gündemde. O sistemi ara ara da olsa 70'lerden beri tartışıyoruz. Araştırmalara göre, konuya dair ilk yazının tarihi de 23 Mayıs 1970. Rahmetli Burhan Felek, "Bu ultrademokrasi nereye götürür?" başlıklı yazısında şöyle diyor: "Bence işlerin düzelmesi için devlet mefhumunu iyi anlatan ve devleti korumayı hık mık dedirtmeden iyice sağlayan, mesuliyet ve salahiyetleri açıkça belirten başkanlık sistemi üzerine kurulmuşbir demokrasi lazım. Bu hem ananemize, hem Atatürk idaresine, hem gerçeklerimize daha uygun olur."
Nihayet 46 yıl sonra siyaset ve toplumun çoğunluğunda konsensüs oluşmuş durumda. AK Parti'nin gündeme taşıdığı başkanlık arayışıyla ilgili son işareti bir süre önce MHP lideri Devlet Bahçeli verdi.
Eski CHP Genel Başkanı DenizBaykal'ın önce destek verip sonra çark etmesi de sonucu değiştirmeyecek. Son anketlere göre, CHP ve HDP tabanında bile hatırı sayılır bir sistem değişikliği ve yeni anayasa talebi var. Doğru anlatılırsa değişim karşısında statükoya sarılan bu iki partinin giderek yalnızlaşması kaçınılmaz olacak.
Kısaca Türkiye'de sistemin değişmesi için güçlü bir siyasi zemin var. Ancak Türkiye'nin tek ihtiyacı siyasi sistemin değişmesi değil, asıl önemli olan o sistemin de içinde yer aldığı anayasanın değişmesi.
Bu ihtiyacın ertelenmemesi gerekiyor. Bunun için de siyasette iki yaklaşım çarpışıyor: Revizyonistler ve Reformcular. Revizyonistlere göre 12 Eylül anayasası revize edilerek yola devam edilebilir. Gerekçe olarak da "kimseyi ürkütmeyelim" tezi öne sürülüyor. Reformcular ise bu tarihsel fırsatın bir şansa dönüştürülmesi gerektiğini söylüyor. Başta CHP ve MHP olmak üzere bütün partilerin kaygıları dikkate alınarak yeni ve sivil bir anayasa hazırlanmasıyla, hem vesayet sistemi tarihin çöplüğüne gönderilir hem de siyasal krizleri en aza indiren yeni bir siyasi sistem getirilir.
Reformcular, 15 Temmuz kanlı darbe girişiminden sonra siyasi partilerin toplumun değişim talebi karşısında "uzlaşmaz" bir tutum izleyemeyecekleri görüşünde. Onlara göre önemli olan ilk kez ruhu özgürlükçübir sivil anayasa yapmak, gerisi teferruat.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mahmut Övür
Başkanlık revizyon mu reform mu?
Cumhuriyetin ilk yıllarını ve DP dönemini bir yana bırakırsak Türkiye'de 1960 darbesinden sonra siyasal sistem arayışı hiç bitmedi. Aslında bu yeni ve sivil bir anayasa arayışıydı.
Ama ne yazık ki bu arayış arka arkaya gelen darbelerle hep kesintiye uğradı ve ortaya ucube vesayetçi bir parlamenter sistem çıktı. SETA'nın yayınladığı "Türkiye İçin BaşkanlıkSistemi" başlıklı çalışmasında Ali Aslan şu tespiti yapıyor:
"Yürürlükteki parlamenter sistemin atanmışları seçilmişlerin önüne koyan anti-demokratik yapısı nedeniyle ülkede etkin, hızlı ve enerjik bir yönetimin ortaya çıkmasıengellendi."
Bir anlamda "Türk tipi" bu sistem, parlamentarizmin genel hastalığı ve vesayetçi özelliğiyle sürekli kriz üretti. Böylece sadece demokrasi ve kuvvetler ayrılığı zedelenmedi, eğitimden sağlığa, teknolojiden savunmaya gelişmemiz de engellendi.
Şimdi ilk kez güçlü bir siyasal zemin var ve bu zeminde başkanlık sistemi yeniden gündemde. O sistemi ara ara da olsa 70'lerden beri tartışıyoruz. Araştırmalara göre, konuya dair ilk yazının tarihi de 23 Mayıs 1970. Rahmetli Burhan Felek, "Bu ultrademokrasi nereye götürür?" başlıklı yazısında şöyle diyor: "Bence işlerin düzelmesi için devlet mefhumunu iyi anlatan ve devleti korumayı hık mık dedirtmeden iyice sağlayan, mesuliyet ve salahiyetleri açıkça belirten başkanlık sistemi üzerine kurulmuş bir demokrasi lazım. Bu hem ananemize, hem Atatürk idaresine, hem gerçeklerimize daha uygun olur."
Nihayet 46 yıl sonra siyaset ve toplumun çoğunluğunda konsensüs oluşmuş durumda. AK Parti'nin gündeme taşıdığı başkanlık arayışıyla ilgili son işareti bir süre önce MHP lideri Devlet Bahçeli verdi.
Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın önce destek verip sonra çark etmesi de sonucu değiştirmeyecek. Son anketlere göre, CHP ve HDP tabanında bile hatırı sayılır bir sistem değişikliği ve yeni anayasa talebi var. Doğru anlatılırsa değişim karşısında statükoya sarılan bu iki partinin giderek yalnızlaşması kaçınılmaz olacak.
Kısaca Türkiye'de sistemin değişmesi için güçlü bir siyasi zemin var. Ancak Türkiye'nin tek ihtiyacı siyasi sistemin değişmesi değil, asıl önemli olan o sistemin de içinde yer aldığı anayasanın değişmesi.
Bu ihtiyacın ertelenmemesi gerekiyor. Bunun için de siyasette iki yaklaşım çarpışıyor: Revizyonistler ve Reformcular. Revizyonistlere göre 12 Eylül anayasası revize edilerek yola devam edilebilir. Gerekçe olarak da "kimseyi ürkütmeyelim" tezi öne sürülüyor.
Reformcular ise bu tarihsel fırsatın bir şansa dönüştürülmesi gerektiğini söylüyor. Başta CHP ve MHP olmak üzere bütün partilerin kaygıları dikkate alınarak yeni ve sivil bir anayasa hazırlanmasıyla, hem vesayet sistemi tarihin çöplüğüne gönderilir hem de siyasal krizleri en aza indiren yeni bir siyasi sistem getirilir.
Reformcular, 15 Temmuz kanlı darbe girişiminden sonra siyasi partilerin toplumun değişim talebi karşısında "uzlaşmaz" bir tutum izleyemeyecekleri görüşünde. Onlara göre önemli olan ilk kez ruhu özgürlükçü bir sivil anayasa yapmak, gerisi teferruat.