Bir “eski” —ama hiç eskimemiş— yazımın tekrarlamayı hicap ile sunmam lazım oldu: Zira aynı “devlet aklı” aynı yanlışın tekrarı istikametinde “uygun adım” ile yürüyor… Maalesef.
— BekaMız —
Devletlerin geri-dönülmez krizleri, Eski'nin düşüşe geçtiği ancak Yeni'nin doğamadığı kavşaklarda ortaya çıkarlar. Siyasi tarihin gerçekliği hep buraya işaret eder, dolayısıyla bu alanın otoriteleri burada birleşir.
Rakip yönetici elitlerin uzlaşamadığı –ve yenişemediği– ahvâlde, kaotik iç-çatışma, dolayısıyla asıl adıyla iç savaş kaçınılmaz “kader” olur. Tarih bunu bize sarihçe söyler.
Bu vatan, bu kadim vatan, bu Ortak-Vatan hepimizin...
Devletleri bireylere benzeten ilk sosyolog (sosyoloji tarihinin de ilk sosyoloğu) İbni Khaldun'dur: “Devletler doğar, büyür, yaşlanır, ölürler.” Kurmaktan gurur-ötesi şeyler duyulan 16 Türk devletinin 15'i bugün bu dünyada namevcuttur. Eğer bu doğruysa, on-altıncısı bu Cumhuriyetimizdir. Ve yüz yaşındadır…
Kurulan cumhuriyetimizin, Mustafa Kemal'in liderlik dehası ve stratejisiyle koca Osmanlı'dan kotarılabilen “son barınağı” (last refuge) –hem coğrafik hem demografik– 6 yüzyıllık Osmanlı'nın ve yaklaşık 3 yüzyıllık Selçuklular'ın Kürt ve Kürdistanı ile oluştu. Bugün bu cumhuriyetimiz 1924'ten bu yana ayaklarından baş-aşağı asılmış hâliyle 100'üncü yaşına basmak üzeredir: “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” ... “‘Türk' derken de herkesi kastediyoruz.” Yani; “muz” derken bütün meyveleri kastediyoruz veya “biber” derken bütün sebzeleri kastediyoruz!
Devletleri bireylere çok benzeten İbn-i Haldun'a atfetmem bundandır. Bir bireyin, baş-aşağı asılmış olarak en fazla bir gün yaşayabileceğini hekimlerden biliriz. Bu baş-aşağı hâldeki devletimiz için de “en fazla bir yüzyıl” demek, öyle karavanadan atılmış bir ömür olmayabilir.
Osmanlı mirasını aldığımız, hatta reforme ederek elde ettiğimiz bu devletin; bu günlerimizde her zamankinden daha farklı ve daha yoğun olarak (suların altından epey bir köprü geçmiş olarak) bir BEKA sorunu yaşadığı aşikârdır.
Ve bu “beka” akıl-almaz bir akılsızlıktan (devlet akılsızlığı) mütevellit bir sorunumuzdan kaynaklandığı da bir o kadar aşikârdır: Cılkı çıkarılmış kadar ucube hâle evirilmiş “Kürt Sorunu” denen Türk-Kürt ilişkileri sorunumuzdan...
Bu sorunumuzu tek konuştuğum, maalesef tek konuşabildiğim şahsiyet, İmralı'da “konuşabilecek biri” bekleyen Öcalan'dır. 7 Ağustos 2019'da (bizim iki günlük görüşmemizden bir-buçuk ay sonra) “Çözüm bir haftalık iş” dedi avukatlarına. Örgütünün ne Avrupa'sı ne Ova'sı bunu hatırlar... 3 yıldır; bu “bir haftalık iş nedir, neyin nesidir?" demesi bir yana, kaza ile hatırlanmamasıiçin bile teyakkuzdalar!
İmralı'da 75'ine gelen Öcalan, 23 yıldır bir haftada çözüme odaklanmış olarak konuşacak “biri” beklerken, örgütün fiilî alanlarını ahtapot gibi sarmış olan yönetici kastı (“Ova Eliti” dediğim) Öcalan'ın İmralı'dan “hayırlı bir cenaze”sine ulaşmaya dört-koldan kilitlenmiştir. Gemlik yolunda polise “tokat atma” işi, bunun “küçük” bir mezar eşme eylemidir. Kandil'in belli-başlı isimleri bunun içinde yoktur. Birinci elden kaynaklardan, en azından son 5-6 yıldır bunu biliyorum.
“Beka” dediğimiz sorunumuzun “kök hücresi” burada meskundur. Tarihî handikap –ve trajedi– şudur ki; bunu, ne bilen ne de çalışan ilgili devlet organı vardır...
Bu tarihî maksatla Erdoğan'a ulaştığımda, Hakan beyi görünce –müsaadelerini isteyerek– konuşmamız şu rivayeti anlatma ile başladı:
Bir nehrin kenarına yaklaşan biri, korkup karşıya geçemeyeceğini anlayınca, bütün kalbiyle “Allah'ım, bana güçlü-kuvvetli birini gönder, beni sırtına alıp karşıya geçirsin” diye dua eder. Az sonra bir şekilde güçlü-kuvvetli biri beliriverir. Adam duasının kabul edildiğini düşünüp “Şükür ya Rabbim” diye heyecanlanırken, gelen adam dua edene yaklaşarak, hiddetle: “Gel beni sırtına al karşıya geçir” der. Dua eden, boynunu bükerek yalvarır: “Allah'ım ben mi yanlış söyledim, sen mi yanlış anladın?”
(İmralı'ya Ne'ye Gittim? s. 66)
Hakan Bey'in o-sıra yardımcısı M. Dervişoğlu'na makamında tam 5 kez (2011-12): “Bu işÖcalan ile…, ama sakın araya bunlardan (Ova'dan) kimseyi sokmayın!” diyedurdum...
Ne oldu peki? Büyük umutlarla ve sanılandan geniş bir sosyolojik destekle girişilen 3+3 yıllık Süreç'te bu zevat, “arasına” değil BAŞINA konarak ciğer kediye teslim edildi... Ve ciğeri parça parça yediler!
Bu “ara” unsurlar tetikçi edilerek Facia Süreci'ne evirildi girişim. Ağır bedellerle... Kimin tetikçisi? Dışarıdan Avrupa ve ABD (o zaman), içeriden Gladyo-Cemaat, “Kemalist” faşistler ve “Kürdcü” faşistler konsorsiyumunun tetikçileri...
Bu günlerimiz o ‘kör gözüm parmağına' faciasının eseridir. Yüzleşilmelidir.
Ali Kemal Özcan
11 Temmuz 2022
Not:
Bu “ulusal”ın heyetle İmralı'ya gittiği son tarihi 15 Eylül 2013,
Washington'a gidiş tarihi 6 Ekim 2013'tür…
b) Fotolardaki diyalogların tarihi, ilki 18 Mart 2013, diğeri 9 Mart 2014'tür...
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ali Kemal Özcan
BekaMız
Bir “eski” —ama hiç eskimemiş— yazımın tekrarlamayı hicap ile sunmam lazım oldu: Zira aynı “devlet aklı” aynı yanlışın tekrarı istikametinde “uygun adım” ile yürüyor… Maalesef.
— BekaMız —
Devletlerin geri-dönülmez krizleri, Eski'nin düşüşe geçtiği ancak Yeni'nin doğamadığı kavşaklarda ortaya çıkarlar. Siyasi tarihin gerçekliği hep buraya işaret eder, dolayısıyla bu alanın otoriteleri burada birleşir.
Rakip yönetici elitlerin uzlaşamadığı –ve yenişemediği– ahvâlde, kaotik iç-çatışma, dolayısıyla asıl adıyla iç savaş kaçınılmaz “kader” olur. Tarih bunu bize sarihçe söyler.
Bu vatan, bu kadim vatan, bu Ortak-Vatan hepimizin...
Devletleri bireylere benzeten ilk sosyolog (sosyoloji tarihinin de ilk sosyoloğu) İbni Khaldun'dur: “Devletler doğar, büyür, yaşlanır, ölürler.” Kurmaktan gurur-ötesi şeyler duyulan 16 Türk devletinin 15'i bugün bu dünyada namevcuttur. Eğer bu doğruysa, on-altıncısı bu Cumhuriyetimizdir. Ve yüz yaşındadır…
Kurulan cumhuriyetimizin, Mustafa Kemal'in liderlik dehası ve stratejisiyle koca Osmanlı'dan kotarılabilen “son barınağı” (last refuge) –hem coğrafik hem demografik– 6 yüzyıllık Osmanlı'nın ve yaklaşık 3 yüzyıllık Selçuklular'ın Kürt ve Kürdistanı ile oluştu. Bugün bu cumhuriyetimiz 1924'ten bu yana ayaklarından baş-aşağı asılmış hâliyle 100'üncü yaşına basmak üzeredir: “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” ... “‘Türk' derken de herkesi kastediyoruz.” Yani; “muz” derken bütün meyveleri kastediyoruz veya “biber” derken bütün sebzeleri kastediyoruz!
Devletleri bireylere çok benzeten İbn-i Haldun'a atfetmem bundandır. Bir bireyin, baş-aşağı asılmış olarak en fazla bir gün yaşayabileceğini hekimlerden biliriz. Bu baş-aşağı hâldeki devletimiz için de “en fazla bir yüzyıl” demek, öyle karavanadan atılmış bir ömür olmayabilir.
Osmanlı mirasını aldığımız, hatta reforme ederek elde ettiğimiz bu devletin; bu günlerimizde her zamankinden daha farklı ve daha yoğun olarak (suların altından epey bir köprü geçmiş olarak) bir BEKA sorunu yaşadığı aşikârdır.
Ve bu “beka” akıl-almaz bir akılsızlıktan (devlet akılsızlığı) mütevellit bir sorunumuzdan kaynaklandığı da bir o kadar aşikârdır: Cılkı çıkarılmış kadar ucube hâle evirilmiş “Kürt Sorunu” denen Türk-Kürt ilişkileri sorunumuzdan...
Bu sorunumuzu tek konuştuğum, maalesef tek konuşabildiğim şahsiyet, İmralı'da “konuşabilecek biri” bekleyen Öcalan'dır. 7 Ağustos 2019'da (bizim iki günlük görüşmemizden bir-buçuk ay sonra) “Çözüm bir haftalık iş” dedi avukatlarına. Örgütünün ne Avrupa'sı ne Ova'sı bunu hatırlar... 3 yıldır; bu “bir haftalık iş nedir, neyin nesidir?" demesi bir yana, kaza ile hatırlanmaması için bile teyakkuzdalar!
İmralı'da 75'ine gelen Öcalan, 23 yıldır bir haftada çözüme odaklanmış olarak konuşacak “biri” beklerken, örgütün fiilî alanlarını ahtapot gibi sarmış olan yönetici kastı (“Ova Eliti” dediğim) Öcalan'ın İmralı'dan “hayırlı bir cenaze”sine ulaşmaya dört-koldan kilitlenmiştir. Gemlik yolunda polise “tokat atma” işi, bunun “küçük” bir mezar eşme eylemidir. Kandil'in belli-başlı isimleri bunun içinde yoktur. Birinci elden kaynaklardan, en azından son 5-6 yıldır bunu biliyorum.
“Beka” dediğimiz sorunumuzun “kök hücresi” burada meskundur. Tarihî handikap –ve trajedi– şudur ki; bunu, ne bilen ne de çalışan ilgili devlet organı vardır...
Bu tarihî maksatla Erdoğan'a ulaştığımda, Hakan beyi görünce –müsaadelerini isteyerek– konuşmamız şu rivayeti anlatma ile başladı:
Bir nehrin kenarına yaklaşan biri, korkup karşıya geçemeyeceğini anlayınca, bütün kalbiyle “Allah'ım, bana güçlü-kuvvetli birini gönder, beni sırtına alıp karşıya geçirsin” diye dua eder. Az sonra bir şekilde güçlü-kuvvetli biri beliriverir. Adam duasının kabul edildiğini düşünüp “Şükür ya Rabbim” diye heyecanlanırken, gelen adam dua edene yaklaşarak, hiddetle: “Gel beni sırtına al karşıya geçir” der. Dua eden, boynunu bükerek yalvarır: “Allah'ım ben mi yanlış söyledim, sen mi yanlış anladın?”
(İmralı'ya Ne'ye Gittim? s. 66)
Hakan Bey'in o-sıra yardımcısı M. Dervişoğlu'na makamında tam 5 kez (2011-12): “Bu iş Öcalan ile…, ama sakın araya bunlardan (Ova'dan) kimseyi sokmayın!” diyedurdum...
Ne oldu peki? Büyük umutlarla ve sanılandan geniş bir sosyolojik destekle girişilen 3+3 yıllık Süreç'te bu zevat, “arasına” değil BAŞINA konarak ciğer kediye teslim edildi... Ve ciğeri parça parça yediler!
Bu “ara” unsurlar tetikçi edilerek Facia Süreci'ne evirildi girişim. Ağır bedellerle... Kimin tetikçisi? Dışarıdan Avrupa ve ABD (o zaman), içeriden Gladyo-Cemaat, “Kemalist” faşistler ve “Kürdcü” faşistler konsorsiyumunun tetikçileri...
Bu günlerimiz o ‘kör gözüm parmağına' faciasının eseridir. Yüzleşilmelidir.
Ali Kemal Özcan
11 Temmuz 2022
Not:
Washington'a gidiş tarihi 6 Ekim 2013'tür…