Önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim sürecini bir manifestoyla başlattı. Aslında bu, bir seçim manifestosundan çok daha fazlasıydı ve geçmiş bin yıldan, gelecek yüzyıla uzanan bir siyasi yolculuğun özetiydi. Selahattin Eyyubi'den Fatih'e Abdülhamid'ten Atatürk'e uzanan derin tarihe sahip çıkan, geleceği o tarih bilinciyle inşa etmeyi öneren bir konuşmaydı. Konuşmanın bu satırlarını dinlerken, ister istemez mevcut muhalefet aktörlerini düşündüm. Acaba hangisinin, böylesi kucaklayıcı bir bakış açısıyla dünü ve bugünü buluşturma ihtimali ya da cesareti var? Selahattin Eyyübi'ye sahip çıkan Fatih'e veya Yavuz'a sahip çıkmaz. Atatürk'e sahip çıkan Abdülhamid'i sahiplenemez. Diğerlerini saymıyorum, örneğin Kılıçdaroğlu, Eyyubi'ye veya Atatürk'e sahip çıksa Yavuz'a sahip çıkmaz ya da çıkamaz. İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı farklı kılan, partisi AK Parti'yi de Türkiyepartisi yapan bu... Şimdi Türkiye toplumunun her kesimini eşit vatandaşlık ekseninde buluşturmak için yeni bir toplumsal sentez vaat ediyor ve herkesi kucaklayan bir çağrı yapıyordu: "Milliiradeye dayanan siyaset, baskıdanazade siyaset anlamına gelmektedir. Bölücü olmayan tüm fikirlerin özgürceyayılması ve örgütlenmesi devletimizingüvencesi altındadır." O konuşmasıyla, merkezinde Türkiye'ninolduğu bölgemize ve dünyaya seslendi, mazlummilletleri sahiplendi ve küresel güç odaklarınada açık açık meydan okudu: "Küreselşer odakları bölgemizi radikalizminkuşatması altına aldı. Bölgemizi kaosasürüklediler. Bu kadim coğrafya vekaletsavaşlarının arenası haline geldi. Artık bölgemizde Türkiye'nin menfaatineaykırı adım atmak mümkün değil. Önümüzde yeni bir dünya var." Bu konuşma bana, 2011 seçimlerine damgasını vuran "Ustalık" dönemi tanımlamasını hatırlattı. Araya küresel güç odakları ve onların yerli işbirlikçilerinin girmesiyle en son 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi yaşanmış ve süreç akamete uğramıştı. Dünkü manifesto konuşması o ertelenen "usta"lığın bugün açığa çıkan metniydi. Her satırında sivil demokratik siyasete özel vurgu vardı: "Bürokratik oligarşiye sonverdik. Sivilleşme adımlarıyla siyasetimizinormalleştirdik. Yeni bir düzenkurmak zahmetlidir. Geride kalandönemde büyük direnişlerle karşılaşsakda başardık. Yerli ve milli olanı evrenselbirikimle, modern siyasetin birikimiyleharmanladık. Ülkemizin değişenihtiyaçlarına duyarsız kalmadık, tecrübekazandık, güçlendik." Ve sıra ikinci büyük sıçramada: "Yapılacak çok iş, atılacak çok adımvar. Şimdi yeni bir yolun başındayız. Geleceğe umutla bakalım. Hiçbir insanımızıdışarıda bırakmadan bir ve beraberolarak kucaklayacağımız bir geleceğimizvar. Erdem, irade ve cesaretleTürkiye'nin şahlanışını görüyorum. 24Haziran'da biz bu şahlanışa talibiz." Son olarak da millete umut veren bir sözveriyordu: "Şimdi burada milletimle ahitleşiyorum. Ahdim olsun ki, Türkiye yenidönemde muasır medeniyet seviyesininüstüne çıkacak. Türkiye küresel bir güçolarak dünya sahnesinde yerini alacak." Dünle bugünü buluşturan, toplumun herkesimini kucaklayan, emreden bir devlet yerinemilletin emrinde bir devlet öneren, ayaklarıyere basan, küresel güç merkezleriyle eşitilişki isteyen, AB ile birlikte olmaktan vazgeçmeyenve Türkiye'nin büyüyeceği umuduveren tarihi bir konuşmaydı. Bir anlamda Türkiye'nin gelecek rotasıydı. Aynı zamanda, "Erdoğan neden kazanıyor,diğerleri neden kaybediyor?"sorusunun da cevabı.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mahmut Övür
Erdoğan farkı
Önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim sürecini bir manifestoyla başlattı. Aslında bu, bir seçim manifestosundan çok daha fazlasıydı ve geçmiş bin yıldan, gelecek yüzyıla uzanan bir siyasi yolculuğun özetiydi.
Selahattin Eyyubi'den Fatih'e Abdülhamid'ten Atatürk'e uzanan derin tarihe sahip çıkan, geleceği o tarih bilinciyle inşa etmeyi öneren bir konuşmaydı. Konuşmanın bu satırlarını dinlerken, ister istemez mevcut muhalefet aktörlerini düşündüm. Acaba hangisinin, böylesi kucaklayıcı bir bakış açısıyla dünü ve bugünü buluşturma ihtimali ya da cesareti var?
Selahattin Eyyübi'ye sahip çıkan Fatih'e veya Yavuz'a sahip çıkmaz. Atatürk'e sahip çıkan Abdülhamid'i sahiplenemez. Diğerlerini saymıyorum, örneğin Kılıçdaroğlu, Eyyubi'ye veya Atatürk'e sahip çıksa Yavuz'a sahip çıkmaz ya da çıkamaz. İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı farklı kılan, partisi AK Parti'yi de Türkiyepartisi yapan bu...
Şimdi Türkiye toplumunun her kesimini eşit vatandaşlık ekseninde buluşturmak için yeni bir toplumsal sentez vaat ediyor ve herkesi kucaklayan bir çağrı yapıyordu: "Milli iradeye dayanan siyaset, baskıdan azade siyaset anlamına gelmektedir. Bölücü olmayan tüm fikirlerin özgürce yayılması ve örgütlenmesi devletimizin güvencesi altındadır."
O konuşmasıyla, merkezinde Türkiye'nin olduğu bölgemize ve dünyaya seslendi, mazlum milletleri sahiplendi ve küresel güç odaklarına da açık açık meydan okudu: "Küresel şer odakları bölgemizi radikalizmin kuşatması altına aldı. Bölgemizi kaosa sürüklediler. Bu kadim coğrafya vekalet savaşlarının arenası haline geldi. Artık bölgemizde Türkiye'nin menfaatine aykırı adım atmak mümkün değil. Önümüzde yeni bir dünya var."
Bu konuşma bana, 2011 seçimlerine damgasını vuran "Ustalık" dönemi tanımlamasını hatırlattı. Araya küresel güç odakları ve onların yerli işbirlikçilerinin girmesiyle en son 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi yaşanmış ve süreç akamete uğramıştı. Dünkü manifesto konuşması o ertelenen "usta"lığın bugün açığa çıkan metniydi.
Her satırında sivil demokratik siyasete özel vurgu vardı: "Bürokratik oligarşiye son verdik. Sivilleşme adımlarıyla siyasetimizi normalleştirdik. Yeni bir düzen kurmak zahmetlidir. Geride kalan dönemde büyük direnişlerle karşılaşsak da başardık. Yerli ve milli olanı evrensel birikimle, modern siyasetin birikimiyle harmanladık. Ülkemizin değişen ihtiyaçlarına duyarsız kalmadık, tecrübe kazandık, güçlendik."
Ve sıra ikinci büyük sıçramada: "Yapılacak çok iş, atılacak çok adım var. Şimdi yeni bir yolun başındayız. Geleceğe umutla bakalım. Hiçbir insanımızıdışarıda bırakmadan bir ve beraber olarak kucaklayacağımız bir geleceğimizvar. Erdem, irade ve cesaretle Türkiye'nin şahlanışını görüyorum. 24Haziran'da biz bu şahlanışa talibiz."
Son olarak da millete umut veren bir söz veriyordu: "Şimdi burada milletimle ahitleşiyorum. Ahdim olsun ki, Türkiye yeni dönemde muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkacak. Türkiye küresel bir güç olarak dünya sahnesinde yerini alacak."
Dünle bugünü buluşturan, toplumun her kesimini kucaklayan, emreden bir devlet yerine milletin emrinde bir devlet öneren, ayakları yere basan, küresel güç merkezleriyle eşit ilişki isteyen, AB ile birlikte olmaktan vazgeçmeyen ve Türkiye'nin büyüyeceği umudu veren tarihi bir konuşmaydı.
Bir anlamda Türkiye'nin gelecek rotasıydı. Aynı zamanda, "Erdoğan neden kazanıyor, diğerleri neden kaybediyor?" sorusunun da cevabı.