Yeni Zelanda'daki İslam karşıtı terör saldırısına tepkiler sürüyor. Bu tepkiler çığ gibi büyümeli ve tüm dünyada lanetlenmeli. İbadet eden insanlara yönelik canice yapılan saldırı türünün ilk örneği değil, ancak bu tür vahşi eylemlerin tekrar yaşanmaması için önce dünya liderleri sonra da inanç sahibi ya da olmayan tüm insanlar “insan olma” ortak paydasında dayanışmalılar.
Avrupa'da yükselen sağcı akım ve faşizan söylemin medya eliyle de pompalanması gibi faktörlerin, sözde demokrasi naraları atan Avrupa ülkelerinde etnik ayrımcılık, ırkçılık ve İslamofobik eğilimleri beslediği son yıllarda daha fazla gündeme gelmekte. Yeni Zelanda'da geçtiğimiz gün vuku bulan ve 49 kişinin yaşamına mal olan vahşi terör saldırısı İslamofobi kavramını tekrar gündeme getirdi. Peki nedir bu İslamofobi kavramı? Bu kavram 1980'lerde ortaya çıkmış görece yeni bir kavram. “İslamofobi” etimolojik köken olarak İslam korkusu anlamına gelse de bu anlamdan daha derin negatif anlamlar taşıyor. İslam karşıtlığı ve düşmanlığına da tekabül eden bir anlamı var İslamofobinin. Batı dünyasında gözlemlenen İslamofobik dalganın sosyal, siyasal, kültürel ve tarihi boyutlarının olduğu bilinmekte. Yönetimdeki siyasal aktörlerin eylem ve söylemleri, tarihi-kültürel miras hatta sosyolojik yapı da İslam karşıtı söylemi besliyor.
İlk kez 1991 yılında kullanılan İslamofobi kavramı 11 Eylül saldırılarından sonra Müslümanlara yapılan ayrımcılığı da palazlandırmıştır. İslam karşıtı söylemin gerekli önlemler alınmadığı takdirde İslam karşıtı nefrete dönüştüğü örneklerle sabit bir durum. Müslümanların en kutsal mabetlerinden biri olan Mescid-i Aksa başta olmak üzere dünyanın değişik yerlerinde Müslümanlara ve camilere yönelik terör saldırılarının varlığı günümüze ait oldukça vahim bir tablo ve bu tablo çok yazıktır ki dünya gündeminde gerektiği kadar yer bulmuyor ve dünya liderleri kuru kınamalar dışında somut adımlar ile teröre engel olmayı tercih etmiyorlar.
İslam dinini, şiddet ve terörü besleyen bir ideolojinin kaynağından ibaret göstererek, ve bunu suni bir korku ile dünya kamuoyunda yaymak için çalışan karanlık bir proje olan İslamofobik dalganın gerçek amacının, kültürler, toplumlar, dinler ve medeniyetler arasında kavga ve çatışma ortamı oluşturarak bundan çıkar sağlamak olduğu bilinmektedir. Ancak bu gerçeğin yeteri kadar dikkat çekmesi ve çatışma ortamına izin vermemek Müslümanların dayanışma halinde hareket etmesi ile mümkün. Fitne ve tefrikalara karşı birlikte hareket etmek ve gerek kültürel gerekse maddi açıdan güçlenmek için çaba sarf etmek Müslüman toplumların günümüzdeki birincil vazifesi olmalıdır. Bu vazife ifa edilmediği sürece maalesef birçok Batı toplumunda Müslümanlar nefret söyleminin ve eyleminin odağında olmaya devam edecekler. İslam dinini benimsemiş bireyler dayanışma halinde olmalılar.
Kimi çevreler tarafından, İslamofobik bakışın en önemli sebeplerinden biri olarak İŞİD gibi terör örgütleri gösterilmekte. Burada bir noktanın vurgulanması gerektiğine inanıyorum. İŞİD gibi örgütlerin vahşi eylemleri Batı medyasında ince ince işlenerek İslam karşıtı söylem günden güne beslenmekte. İŞİD terör yaptığında Batı medyası “Müslümanlar yaptı” algısıyla barış dini olan İslamı vahşi bir ideoloji gibi lanse etti yıllardır. Biliyoruz ki 11 Eylül sonrası El Kaideci olmakla suçlanan Müslümanlar şimdi de maalesef Batı tarafından İŞİD ci olmakla damgalanıyorlar.
Son 20 yıldır Avrupa genelinde 250 ye yakın camiye saldırı yapıldığı kaydedilmekte. Geçtiğimiz yıllarda İsveç'te 3 camiye kundaklama eylemi yapıldığı da biliniyor. Sadece Avrupa'da değil, Filistin'de de aşırı sağcı Yahudi örgütlerin camilere saldırdığı biliniyor. Tüm bu bilgiler ışığında bence tüm dünyanın görmesi gereken ve İslamı benimsemiş toplumların da bunun için güçlenmesi gereken en önemli nokta hiçbir dinin şiddet ve nefreti beslemediği gerçeğinin Güneş gibi ortada olmasıdır. En son din olan ve tüm insanlığa hitap eden selamet vaad eden İslam dini gerek medyada gerekse siyasi aktörlerin söyleminde hak ettiği saygıyı bulmalı. İslamofobik dalganın engellenmesi için önce Müslümanlar harekete geçmeli, bu da daha çok eğitim, daha istikrarlı siyasi yapılar, daha fazla teknoloji ve daha güçlü ekonomiler ile mümkün. Bunun için ise çok çalışmalıyız ve elbette slogancılıktan uzak akla, fikre ve gönle dayanan açılımlar yapmak zorundayız!
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Dr. Begüm Burak
Mabede Saldırmak ve İslamofobinin Serencamı
Yeni Zelanda'daki İslam karşıtı terör saldırısına tepkiler sürüyor. Bu tepkiler çığ gibi büyümeli ve tüm dünyada lanetlenmeli. İbadet eden insanlara yönelik canice yapılan saldırı türünün ilk örneği değil, ancak bu tür vahşi eylemlerin tekrar yaşanmaması için önce dünya liderleri sonra da inanç sahibi ya da olmayan tüm insanlar “insan olma” ortak paydasında dayanışmalılar.
Avrupa'da yükselen sağcı akım ve faşizan söylemin medya eliyle de pompalanması gibi faktörlerin, sözde demokrasi naraları atan Avrupa ülkelerinde etnik ayrımcılık, ırkçılık ve İslamofobik eğilimleri beslediği son yıllarda daha fazla gündeme gelmekte. Yeni Zelanda'da geçtiğimiz gün vuku bulan ve 49 kişinin yaşamına mal olan vahşi terör saldırısı İslamofobi kavramını tekrar gündeme getirdi. Peki nedir bu İslamofobi kavramı? Bu kavram 1980'lerde ortaya çıkmış görece yeni bir kavram. “İslamofobi” etimolojik köken olarak İslam korkusu anlamına gelse de bu anlamdan daha derin negatif anlamlar taşıyor. İslam karşıtlığı ve düşmanlığına da tekabül eden bir anlamı var İslamofobinin. Batı dünyasında gözlemlenen İslamofobik dalganın sosyal, siyasal, kültürel ve tarihi boyutlarının olduğu bilinmekte. Yönetimdeki siyasal aktörlerin eylem ve söylemleri, tarihi-kültürel miras hatta sosyolojik yapı da İslam karşıtı söylemi besliyor.
İlk kez 1991 yılında kullanılan İslamofobi kavramı 11 Eylül saldırılarından sonra Müslümanlara yapılan ayrımcılığı da palazlandırmıştır. İslam karşıtı söylemin gerekli önlemler alınmadığı takdirde İslam karşıtı nefrete dönüştüğü örneklerle sabit bir durum. Müslümanların en kutsal mabetlerinden biri olan Mescid-i Aksa başta olmak üzere dünyanın değişik yerlerinde Müslümanlara ve camilere yönelik terör saldırılarının varlığı günümüze ait oldukça vahim bir tablo ve bu tablo çok yazıktır ki dünya gündeminde gerektiği kadar yer bulmuyor ve dünya liderleri kuru kınamalar dışında somut adımlar ile teröre engel olmayı tercih etmiyorlar.
İslam dinini, şiddet ve terörü besleyen bir ideolojinin kaynağından ibaret göstererek, ve bunu suni bir korku ile dünya kamuoyunda yaymak için çalışan karanlık bir proje olan İslamofobik dalganın gerçek amacının, kültürler, toplumlar, dinler ve medeniyetler arasında kavga ve çatışma ortamı oluşturarak bundan çıkar sağlamak olduğu bilinmektedir. Ancak bu gerçeğin yeteri kadar dikkat çekmesi ve çatışma ortamına izin vermemek Müslümanların dayanışma halinde hareket etmesi ile mümkün. Fitne ve tefrikalara karşı birlikte hareket etmek ve gerek kültürel gerekse maddi açıdan güçlenmek için çaba sarf etmek Müslüman toplumların günümüzdeki birincil vazifesi olmalıdır. Bu vazife ifa edilmediği sürece maalesef birçok Batı toplumunda Müslümanlar nefret söyleminin ve eyleminin odağında olmaya devam edecekler. İslam dinini benimsemiş bireyler dayanışma halinde olmalılar.
Kimi çevreler tarafından, İslamofobik bakışın en önemli sebeplerinden biri olarak İŞİD gibi terör örgütleri gösterilmekte. Burada bir noktanın vurgulanması gerektiğine inanıyorum. İŞİD gibi örgütlerin vahşi eylemleri Batı medyasında ince ince işlenerek İslam karşıtı söylem günden güne beslenmekte. İŞİD terör yaptığında Batı medyası “Müslümanlar yaptı” algısıyla barış dini olan İslamı vahşi bir ideoloji gibi lanse etti yıllardır. Biliyoruz ki 11 Eylül sonrası El Kaideci olmakla suçlanan Müslümanlar şimdi de maalesef Batı tarafından İŞİD ci olmakla damgalanıyorlar.
Son 20 yıldır Avrupa genelinde 250 ye yakın camiye saldırı yapıldığı kaydedilmekte. Geçtiğimiz yıllarda İsveç'te 3 camiye kundaklama eylemi yapıldığı da biliniyor. Sadece Avrupa'da değil, Filistin'de de aşırı sağcı Yahudi örgütlerin camilere saldırdığı biliniyor. Tüm bu bilgiler ışığında bence tüm dünyanın görmesi gereken ve İslamı benimsemiş toplumların da bunun için güçlenmesi gereken en önemli nokta hiçbir dinin şiddet ve nefreti beslemediği gerçeğinin Güneş gibi ortada olmasıdır. En son din olan ve tüm insanlığa hitap eden selamet vaad eden İslam dini gerek medyada gerekse siyasi aktörlerin söyleminde hak ettiği saygıyı bulmalı. İslamofobik dalganın engellenmesi için önce Müslümanlar harekete geçmeli, bu da daha çok eğitim, daha istikrarlı siyasi yapılar, daha fazla teknoloji ve daha güçlü ekonomiler ile mümkün. Bunun için ise çok çalışmalıyız ve elbette slogancılıktan uzak akla, fikre ve gönle dayanan açılımlar yapmak zorundayız!