AK Parti'nin başlattığı tarihi süreç olan çözüm süreci iyice sulandırıldı. “Çözüm süreci artık bitti” diyenlerde var, “devam etsin” diyenlerde.
Bitsin diyenlerde, devam etsin diyenlerde aslında bu sürecin nereye gittiğini kestiremiyorlar. Vatandaşın kafası ise iyicesine karışık…
Sahi, çözüm süreci nedir? Kimisine göre PKK'nın silahsızlandırılması, kimisine göre Kürt Sorununun çözümü, kimine göre de Türkiye'nin vicdan muhasebesi.
PKK'ya göre de; devlete diz çöktürme, silahlı mücadelenin başarı öyküsüdür.
Türkiye'de Kürtlerin çoğunluğu “bağlantısız” Kürtlerden oluşur ama onları temsil eden siyasi bir partileri yok. Dolayısıyla çözüm sürecinde seyirciden başka da bir şey değiller.
Süreç başladığında Kürt sorununun çözümü olarak başladı. Sonra PKK'nın silahsızlandırılması sürecine dönüştü ve masanın bir ucunda devlet, diğer ucunda İmralı-Kandil vardı.
Bağlantısız Kürtlere gelince, onlar hiçbir zaman bu sürecin bir parçası olamadılar ve süreci başlatanlar onları hiçbir zaman baz almadılar.
Aslında süreç kendi içinde evirilmeye müsait, bu süreç başlarken bağlantısız Kürtlerin siyasallaşmaları ve örgütlenmeleri sağlanabilirdi.
Bu durumda bölgede kendinden başka bir siyasi güce ve düşünceye hürriyet hakkı tanımayan PKK tekrar her zaman yaptığı gibi silahla tehdit edecek ve şiddetle terbiye etmeye çalışacaktı.
Ve bu uzun bir süreçte PKK'yı marjinalleştirecek ve tartışmalı hale getirecekti.
Nitekim Hizbullah siyasi partisi HÜDA-PAR'ı kurdu ve HÜDA-PAR, PKK'nın hedef tahtasına oturdu ama PKK, 1990'larda çatıştığı Hizbullah'la bugün için çatışmayı erteliyor. İki örgüt arasında bir kan davası var ve o kan davası biteceğe de benzemiyor.
Bağlantısız Kürtlerin liberal-demokrat partilere ihtiyaçları var. Kendilerini ifade edecekleri bir parti bulamıyorlar. Oylar dağınık ve her zaman duruma göre kaygan bir zeminde yer alıyorlar.
En son 7 Haziran Genel Seçimlerinde PKK'nın bölgedeki tehditleriyle de “bölge cehenneme dönmesin” diye bu oylar HDP'ye kaydı.
HDP'dei bunun farkında, bu oyların HDP'de kemikleşmesi mümkün değil, çünkü ortada bir fikir ve düşünce birliği yok. Konjonktür bağlantısız Kürtleri kucaktan kucağa itiyor ve çözüm süreci bunu biraz daha net bir şekilde gösterdi.
Bölge coğrafyasında Barzani'ye büyük bir ilgi var ve Barzani taraftarları azımsanmayacak kadar fazla. Türklerin Kürt sorunu çözüldüğünde, Kürtlerin Kürt sorunu başlayacak ve bu iktidar kavgası şimdiden yaşanıyor.
PKK, en iyi bildiği şeyi, tehdit, şiddet ve ölüm sarmalında sonuç almaya çalışıyor, diğer guruplar şimdilik suskun. Hizbullah ise en kötü senaryoya hazır…
AK Parti Genel seçimlerde bağlantısız Kürtleri, başka bir değişle Türkiye'nin tapusunu cebinde taşıyan kendisine destek veren Kürtleri HDP'nin kucağına itti.
Kabul edelim ki, yanlış politikalar ve söylemler ve bir de buna rezalet Milletvekili listeleri eklenince bağlantısız Kürtler-Beyaz Kürtlere HDP sandıkları gösterildi.
Peki, süreç PKK'yı silahsızlandırmaya muktedir mi? Değil. Hatta PKK bu süreçte daha da silahlandı ve arkasına da koalisyon güçlerini alarak artık gövde gösterisi yapacak hale geldi.
HDP Eş başkanı Selahattin Demirtaş, PKK'ya Türkiye içinde silah kullanmaması için çağrıda bulundu ve ekledi, “benim bu çağrılarda bulunmam, PKK'ya silah bıraktırmaz.”
İfadeler net ve doğru. Ne yani koskoca PKK kendsinini var ettiği siyasi partinin Eş Başkanını mı dinleyecek. Eğer HDP bugün varsa ve 80 Milletvekili ile parlamentoda temsil ediliyorsa, HDP bunu PKK'ya borçlu. Oylar hiçbir zaman siyasi uzantıya değil, arkasında ki silahlı örgüte gitti.
Bu örgüt yarın Selahattin'e “Git Hevsel Bahçelerinde bahçıvanlık yap” dese Selahattin gitmeyecek mi? Şimdi soruyorum Selahattin Demirtaş'ın siyasi fonksiyonu nedir? Görüldüğü üzere hiçbir şey sadece orada bir temsiliyet var o kadar.
Geçmiş yazılarımda demiştim ki, “PKK istese de silah bırakamaz” ve bırakmayacak da bakın KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık ne diyor;
"Halkımız meşru savunma örgütlenmesini ve bilincini de geliştirmeli. Bu sadece askeri güçlerin büyütülmesi temelinde değil, halk olarak meşru savunmasını geliştirmeli. Tüm halkımız silah almalı, bu temelde kendini eğitmeli ve örgütlemeli."
Anlayacağınız yazılarımda hep dile getirdiğim, “Çözüm süreci doğru bir süreç ama yanlış yürüyen bir süreçtir” düşüncemi korumaya devam ediyorum.
Çözüm süreci bitmemeli ama yeniden anlamlandırılmalı ve süreç dağlardan-tecritlerden düz ovalara inmeli. Yoksa bu süreç sulandırılmaya ve farklı hülyalara sürüklemeye müsait bir durum halini aldı, yürüyor.
Kontrol edilemez bir hale geldiğini süreci balatanlar da görüyor, onlarda şaşkınlık ve belirsiz bir mavera duygusu yaşıyor. Bir şeyi kontrol edebildiğiniz sürece, onun nereye ilerleyeceğini ve nerede duracağını görebilirsiniz.
Yoksa karanlık dehlizlerde nereye koştuğunu bilmeyen gölge bir adama dönüşürsünüz. Gerçeklik duygusunu kaybeder, ne yaptığınızı bilemez bir hale gelirsiniz.
Süreç biterse kim mi kaybeder? Kazananı yok onu çok iyi biliyorum.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ali Osmanoğlu
Süreç, Dağdan Düz Ovaya İnmeli
AK Parti'nin başlattığı tarihi süreç olan çözüm süreci iyice sulandırıldı. “Çözüm süreci artık bitti” diyenlerde var, “devam etsin” diyenlerde.
Bitsin diyenlerde, devam etsin diyenlerde aslında bu sürecin nereye gittiğini kestiremiyorlar. Vatandaşın kafası ise iyicesine karışık…
Sahi, çözüm süreci nedir? Kimisine göre PKK'nın silahsızlandırılması, kimisine göre Kürt Sorununun çözümü, kimine göre de Türkiye'nin vicdan muhasebesi.
PKK'ya göre de; devlete diz çöktürme, silahlı mücadelenin başarı öyküsüdür.
Türkiye'de Kürtlerin çoğunluğu “bağlantısız” Kürtlerden oluşur ama onları temsil eden siyasi bir partileri yok. Dolayısıyla çözüm sürecinde seyirciden başka da bir şey değiller.
Süreç başladığında Kürt sorununun çözümü olarak başladı. Sonra PKK'nın silahsızlandırılması sürecine dönüştü ve masanın bir ucunda devlet, diğer ucunda İmralı-Kandil vardı.
Bağlantısız Kürtlere gelince, onlar hiçbir zaman bu sürecin bir parçası olamadılar ve süreci başlatanlar onları hiçbir zaman baz almadılar.
Aslında süreç kendi içinde evirilmeye müsait, bu süreç başlarken bağlantısız Kürtlerin siyasallaşmaları ve örgütlenmeleri sağlanabilirdi.
Bu durumda bölgede kendinden başka bir siyasi güce ve düşünceye hürriyet hakkı tanımayan PKK tekrar her zaman yaptığı gibi silahla tehdit edecek ve şiddetle terbiye etmeye çalışacaktı.
Ve bu uzun bir süreçte PKK'yı marjinalleştirecek ve tartışmalı hale getirecekti.
Nitekim Hizbullah siyasi partisi HÜDA-PAR'ı kurdu ve HÜDA-PAR, PKK'nın hedef tahtasına oturdu ama PKK, 1990'larda çatıştığı Hizbullah'la bugün için çatışmayı erteliyor. İki örgüt arasında bir kan davası var ve o kan davası biteceğe de benzemiyor.
Bağlantısız Kürtlerin liberal-demokrat partilere ihtiyaçları var. Kendilerini ifade edecekleri bir parti bulamıyorlar. Oylar dağınık ve her zaman duruma göre kaygan bir zeminde yer alıyorlar.
En son 7 Haziran Genel Seçimlerinde PKK'nın bölgedeki tehditleriyle de “bölge cehenneme dönmesin” diye bu oylar HDP'ye kaydı.
HDP'dei bunun farkında, bu oyların HDP'de kemikleşmesi mümkün değil, çünkü ortada bir fikir ve düşünce birliği yok. Konjonktür bağlantısız Kürtleri kucaktan kucağa itiyor ve çözüm süreci bunu biraz daha net bir şekilde gösterdi.
Bölge coğrafyasında Barzani'ye büyük bir ilgi var ve Barzani taraftarları azımsanmayacak kadar fazla. Türklerin Kürt sorunu çözüldüğünde, Kürtlerin Kürt sorunu başlayacak ve bu iktidar kavgası şimdiden yaşanıyor.
PKK, en iyi bildiği şeyi, tehdit, şiddet ve ölüm sarmalında sonuç almaya çalışıyor, diğer guruplar şimdilik suskun. Hizbullah ise en kötü senaryoya hazır…
AK Parti Genel seçimlerde bağlantısız Kürtleri, başka bir değişle Türkiye'nin tapusunu cebinde taşıyan kendisine destek veren Kürtleri HDP'nin kucağına itti.
Kabul edelim ki, yanlış politikalar ve söylemler ve bir de buna rezalet Milletvekili listeleri eklenince bağlantısız Kürtler-Beyaz Kürtlere HDP sandıkları gösterildi.
Peki, süreç PKK'yı silahsızlandırmaya muktedir mi? Değil. Hatta PKK bu süreçte daha da silahlandı ve arkasına da koalisyon güçlerini alarak artık gövde gösterisi yapacak hale geldi.
HDP Eş başkanı Selahattin Demirtaş, PKK'ya Türkiye içinde silah kullanmaması için çağrıda bulundu ve ekledi, “benim bu çağrılarda bulunmam, PKK'ya silah bıraktırmaz.”
İfadeler net ve doğru. Ne yani koskoca PKK kendsinini var ettiği siyasi partinin Eş Başkanını mı dinleyecek. Eğer HDP bugün varsa ve 80 Milletvekili ile parlamentoda temsil ediliyorsa, HDP bunu PKK'ya borçlu. Oylar hiçbir zaman siyasi uzantıya değil, arkasında ki silahlı örgüte gitti.
Bu örgüt yarın Selahattin'e “Git Hevsel Bahçelerinde bahçıvanlık yap” dese Selahattin gitmeyecek mi? Şimdi soruyorum Selahattin Demirtaş'ın siyasi fonksiyonu nedir? Görüldüğü üzere hiçbir şey sadece orada bir temsiliyet var o kadar.
Geçmiş yazılarımda demiştim ki, “PKK istese de silah bırakamaz” ve bırakmayacak da bakın KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık ne diyor;
"Halkımız meşru savunma örgütlenmesini ve bilincini de geliştirmeli. Bu sadece askeri güçlerin büyütülmesi temelinde değil, halk olarak meşru savunmasını geliştirmeli. Tüm halkımız silah almalı, bu temelde kendini eğitmeli ve örgütlemeli."
Anlayacağınız yazılarımda hep dile getirdiğim, “Çözüm süreci doğru bir süreç ama yanlış yürüyen bir süreçtir” düşüncemi korumaya devam ediyorum.
Çözüm süreci bitmemeli ama yeniden anlamlandırılmalı ve süreç dağlardan-tecritlerden düz ovalara inmeli. Yoksa bu süreç sulandırılmaya ve farklı hülyalara sürüklemeye müsait bir durum halini aldı, yürüyor.
Kontrol edilemez bir hale geldiğini süreci balatanlar da görüyor, onlarda şaşkınlık ve belirsiz bir mavera duygusu yaşıyor. Bir şeyi kontrol edebildiğiniz sürece, onun nereye ilerleyeceğini ve nerede duracağını görebilirsiniz.
Yoksa karanlık dehlizlerde nereye koştuğunu bilmeyen gölge bir adama dönüşürsünüz. Gerçeklik duygusunu kaybeder, ne yaptığınızı bilemez bir hale gelirsiniz.
Süreç biterse kim mi kaybeder? Kazananı yok onu çok iyi biliyorum.