Dünya küçülüyor, adeta “küresel bir köy” halini alan dünyada yerel ile evrensel harmanlanıyor. Tüketim kültürü ve kapitalizmin vahşi doğası yereli bastırmakta ve aile gibi geleneksel yapıları zayıflatmakta. Bu yapıların eski gücünü yitirmesinde maalesef teknolojinin rolü yadsınamaz. Teknoloji sayesinde hızlanan yaşamlar, kişilerarası yakın ilişkilerdeki kopmalar zayıflayan aile bağlarının da etkisiyle insan psikolojisini önemli ölçüde olumsuz etkiliyor.
Sağlık sektöründe, iletişimde veya ulaşımda hepimiz kabul ediyoruz ki büyük bir nimet teknoloji. Fakat değerlerin yalnızca sayı ve rakamlar ile ölçüldüğü günümüz dünyasında, sanata verilen önemin azalması veya aile gibi kurumların zayıflaması da teknolojinin (kötüye) kullanımının bir sonucu. Teknolojinin hayatımıza bir ışık gibi değil de gölge gibi yansıması diyebiliriz.
Bireylerin atomize olduğu günümüz dünyasında var olmak tüketmek ve “görünür” olmak ile eşdeğer. Reel hayatta kendini var etmeyi başaramamış bireyler sahte (fake) sosyal medya hesaplarıyla adeta ontolojik bir yarış içindeler.
Bu yazıyı yazmaktaki asıl amacım yanlış ve bilinçsiz internet kullanımının teknoloji bağımlılığına kapı açabileceğine dikkat çekmek ve psikososyal sorunlara yol açacağına işaret etmek. Yanlış internet kullanımı ve sosyal ağlarda gereğinden fazla vakit harcama çocuklarda ve hatta yetişkinlerde Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) diye bilinen bir bilişsel ve davranışsal soruna da sebep olabiliyor maalesef. Bunun yanında internetin çok daha fazla “yan etkisi” var hayatımızda, ne de olsa gerçek değil sanal süreçler ve ilişkiler söz konusu internette. Hepimiz akıllı telefon sahibiyiz ve ülkemizde çok önemli bir oranda sosyal medya kullanıcısı var. Instagram, Twitter, Facebook, Google Plus, Linkedin gibi sosyal ağlar aslında doğru kullanılırsa bilgi sunma ve iletişim açısından değerli mecralar. Linkedin sitesinde profesyonel olarak iş olanaklarına ulaşabilirsiniz ancak şunu belirtmeliyim ki orada bile “Günaydın” “Hayırlı cumalar” mesajları sitenin kullanım maksadını aşıyor.
Facebook gibi ağlarda ciddi güvenlik sorunları olduğunu (kişisel verilerin korunması bağlamında) geçtiğimiz aylarda yabancı basından da duymuştuk. Tüm bu sosyal ağlara ve cep telefonlarına artık günümüz bireyi o kadar alışık ki aynı evin içinde konuşmak yerine birbirine SMS veya Whatsapp mesajı atan aile fertleri bile var. Yazılı iletişim ile yüz yüze iletişim arasındaki farkı düşününce, siber platformların psikolojimize etkileri konusunda fikir sahibi olmak mümkün. Bununla ilgili olarak modern psikolojiye ve psikiyatriye yeni kavramlar da girmiş bulunmakta: “Selfitis” özçekim alışkanlığını takıntı haline getirenler için kullanılıyor, veya “Nomofobi” kavramı akıllı telefon ile sağlanan iletişimden kopmaktan aşırı derecede korkmak anlamında kullanılıyor. Bir kavramdan daha bahsetmek mümkün: O da “Fomo” (Fear of Missing Out) kavramı, gündemi kaçırma korkusu. Fomo'nun sosyal medya kullanmadaki artış ile yaygınlaştığı ve kaygı bozukluğuna (anksiyete) yol açtığı biliniyor.
Selfitis ve Nomofobi psikoterapi ile iyileşebilecek durumlar fakat yazımın başında belirttiğim gibi Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) gibi patolojik durumlarda farmakolojik destek (ilaç tedavisi) de gerekiyor çoğu zaman. Çocuklarda akademik başarıyı olumsuz etkileyen, bilişsel ve davranışsal sapmalara yol açan DEHB, yetişkinlerde de yoğunlaşma zorluğu, odaklanamama gibi sorunlara yol açıyor. Bunlara ek olarak, günümüzde internet bağımlılığı ile dürtüsellik ve hiperaktivite arasında pozitif bir korelasyon olduğu herkesin bildiği bir gerçek.
Biliyoruz ki bir zamanlar okullarda bile bilgisayar yoktu, şimdi ilkokula bile gitmeyen çocukların elinde tabletler var ancak öğrenme kapasiteleri bakımından bir değişme var mı tartışılır. Bilgiye hızlıca ve kolaylıkla erişmek çok kıymetli ancak onu kullanmak ve işlevsel olarak hayata taşımak ne kadar mümkün? Artık kendimizi keşfetmek için doğayla bütünleşmek yerine bir ağacın altından selfie fotoğrafları koyuyoruz profilimize.
Epistemoloji diye bilinen bilginin doğası ve kapsamı artık bizi maalesef ilgilendirmez oldu. Kitap okumak yerine arama motorlarında bulduğumuz/rastladığımız bilgiler ile “aydın” oluyoruz.
Birçok uzman görüşüne göre, gereksiz internet kullanımı bireyleri daha dürtüsel (impulsif) bir hale getirirken doğal olarak empati sürecinin de sekteye uğramasına sebep oluyor. Gidilen restoranlarda tüketilen yemeklerin resimlerinin paylaşılması bence yok olmaya yüz tutmuş empati anlayışının bir göstergesi.
Öte yandan, yapılan bir araştırmaya göre sosyal medyada alınan beğeni sayısının, tıpkı bitter çikolata yediğimizde salınan ve mutlu hissetmemizi sağlayan serotonin hormonu gibi bir etkiye sahip olduğu bulgusuna ulaşılmış. Bunu belki olumlu bir durum olarak görebiliriz fakat kar-zarar analizi yapıldığında olumsuz tarafının daha ağır bastığını görebiliriz. Örneğin, uykuya dalmadan önce kullanılan teknolojik araçlar kalitesiz uyku ve yorgunluğa sebep oluyor, bu da ertesi gün dikkatsizlik ve odaklanma sorunlarına yol açıyor. Sosyal medyanın yoğun kullanımı yalnızlık ve depresyonu tetikleyebiliyor, elbette bu her birey için geçerli değil, fakat göz ardı edilemeyecek bir gerçek.
Yazımı noktalarken internet kullanımı bağlamında, eğitim sistemimize de ufak bir sitemde bulunmak istiyorum. Önceden dönem ödevleri olurdu, kütüphanelere gidilir, ansiklopediler karıştırılırdı. Şimdi “proje” adı altında öğrenciler bilgilere / ödev konularına kolayca internet üzerinden ulaşıyorlar. O kadar ki yazmak da gerekmiyor, çıktı almak ve öğretmene vermek ile iş bitiyor. Bilinçsiz internet kullanımı ilerleyen zamanlarda daha da ciddi psikolojik ve sosyolojik kırılmalara yol açacak, bence yazdıklarım buzdağının görünen yüzü sadece… Hepimizin dijital detoksa ihitiyacı var!
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Dr. Begüm Burak
Teknoloji ve 'Modern' İnsan
Dünya küçülüyor, adeta “küresel bir köy” halini alan dünyada yerel ile evrensel harmanlanıyor. Tüketim kültürü ve kapitalizmin vahşi doğası yereli bastırmakta ve aile gibi geleneksel yapıları zayıflatmakta. Bu yapıların eski gücünü yitirmesinde maalesef teknolojinin rolü yadsınamaz. Teknoloji sayesinde hızlanan yaşamlar, kişilerarası yakın ilişkilerdeki kopmalar zayıflayan aile bağlarının da etkisiyle insan psikolojisini önemli ölçüde olumsuz etkiliyor.
Sağlık sektöründe, iletişimde veya ulaşımda hepimiz kabul ediyoruz ki büyük bir nimet teknoloji. Fakat değerlerin yalnızca sayı ve rakamlar ile ölçüldüğü günümüz dünyasında, sanata verilen önemin azalması veya aile gibi kurumların zayıflaması da teknolojinin (kötüye) kullanımının bir sonucu. Teknolojinin hayatımıza bir ışık gibi değil de gölge gibi yansıması diyebiliriz.
Bireylerin atomize olduğu günümüz dünyasında var olmak tüketmek ve “görünür” olmak ile eşdeğer. Reel hayatta kendini var etmeyi başaramamış bireyler sahte (fake) sosyal medya hesaplarıyla adeta ontolojik bir yarış içindeler.
Bu yazıyı yazmaktaki asıl amacım yanlış ve bilinçsiz internet kullanımının teknoloji bağımlılığına kapı açabileceğine dikkat çekmek ve psikososyal sorunlara yol açacağına işaret etmek. Yanlış internet kullanımı ve sosyal ağlarda gereğinden fazla vakit harcama çocuklarda ve hatta yetişkinlerde Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) diye bilinen bir bilişsel ve davranışsal soruna da sebep olabiliyor maalesef. Bunun yanında internetin çok daha fazla “yan etkisi” var hayatımızda, ne de olsa gerçek değil sanal süreçler ve ilişkiler söz konusu internette.
Hepimiz akıllı telefon sahibiyiz ve ülkemizde çok önemli bir oranda sosyal medya kullanıcısı var. Instagram, Twitter, Facebook, Google Plus, Linkedin gibi sosyal ağlar aslında doğru kullanılırsa bilgi sunma ve iletişim açısından değerli mecralar. Linkedin sitesinde profesyonel olarak iş olanaklarına ulaşabilirsiniz ancak şunu belirtmeliyim ki orada bile “Günaydın” “Hayırlı cumalar” mesajları sitenin kullanım maksadını aşıyor.
Facebook gibi ağlarda ciddi güvenlik sorunları olduğunu (kişisel verilerin korunması bağlamında) geçtiğimiz aylarda yabancı basından da duymuştuk. Tüm bu sosyal ağlara ve cep telefonlarına artık günümüz bireyi o kadar alışık ki aynı evin içinde konuşmak yerine birbirine SMS veya Whatsapp mesajı atan aile fertleri bile var. Yazılı iletişim ile yüz yüze iletişim arasındaki farkı düşününce, siber platformların psikolojimize etkileri konusunda fikir sahibi olmak mümkün. Bununla ilgili olarak modern psikolojiye ve psikiyatriye yeni kavramlar da girmiş bulunmakta: “Selfitis” özçekim alışkanlığını takıntı haline getirenler için kullanılıyor, veya “Nomofobi” kavramı akıllı telefon ile sağlanan iletişimden kopmaktan aşırı derecede korkmak anlamında kullanılıyor. Bir kavramdan daha bahsetmek mümkün: O da “Fomo” (Fear of Missing Out) kavramı, gündemi kaçırma korkusu. Fomo'nun sosyal medya kullanmadaki artış ile yaygınlaştığı ve kaygı bozukluğuna (anksiyete) yol açtığı biliniyor.
Selfitis ve Nomofobi psikoterapi ile iyileşebilecek durumlar fakat yazımın başında belirttiğim gibi Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) gibi patolojik durumlarda farmakolojik destek (ilaç tedavisi) de gerekiyor çoğu zaman. Çocuklarda akademik başarıyı olumsuz etkileyen, bilişsel ve davranışsal sapmalara yol açan DEHB, yetişkinlerde de yoğunlaşma zorluğu, odaklanamama gibi sorunlara yol açıyor. Bunlara ek olarak, günümüzde internet bağımlılığı ile dürtüsellik ve hiperaktivite arasında pozitif bir korelasyon olduğu herkesin bildiği bir gerçek.
Biliyoruz ki bir zamanlar okullarda bile bilgisayar yoktu, şimdi ilkokula bile gitmeyen çocukların elinde tabletler var ancak öğrenme kapasiteleri bakımından bir değişme var mı tartışılır. Bilgiye hızlıca ve kolaylıkla erişmek çok kıymetli ancak onu kullanmak ve işlevsel olarak hayata taşımak ne kadar mümkün? Artık kendimizi keşfetmek için doğayla bütünleşmek yerine bir ağacın altından selfie fotoğrafları koyuyoruz profilimize.
Epistemoloji diye bilinen bilginin doğası ve kapsamı artık bizi maalesef ilgilendirmez oldu. Kitap okumak yerine arama motorlarında bulduğumuz/rastladığımız bilgiler ile “aydın” oluyoruz.
Birçok uzman görüşüne göre, gereksiz internet kullanımı bireyleri daha dürtüsel (impulsif) bir hale getirirken doğal olarak empati sürecinin de sekteye uğramasına sebep oluyor. Gidilen restoranlarda tüketilen yemeklerin resimlerinin paylaşılması bence yok olmaya yüz tutmuş empati anlayışının bir göstergesi.
Öte yandan, yapılan bir araştırmaya göre sosyal medyada alınan beğeni sayısının, tıpkı bitter çikolata yediğimizde salınan ve mutlu hissetmemizi sağlayan serotonin hormonu gibi bir etkiye sahip olduğu bulgusuna ulaşılmış. Bunu belki olumlu bir durum olarak görebiliriz fakat kar-zarar analizi yapıldığında olumsuz tarafının daha ağır bastığını görebiliriz. Örneğin, uykuya dalmadan önce kullanılan teknolojik araçlar kalitesiz uyku ve yorgunluğa sebep oluyor, bu da ertesi gün dikkatsizlik ve odaklanma sorunlarına yol açıyor. Sosyal medyanın yoğun kullanımı yalnızlık ve depresyonu tetikleyebiliyor, elbette bu her birey için geçerli değil, fakat göz ardı edilemeyecek bir gerçek.
Yazımı noktalarken internet kullanımı bağlamında, eğitim sistemimize de ufak bir sitemde bulunmak istiyorum. Önceden dönem ödevleri olurdu, kütüphanelere gidilir, ansiklopediler karıştırılırdı. Şimdi “proje” adı altında öğrenciler bilgilere / ödev konularına kolayca internet üzerinden ulaşıyorlar. O kadar ki yazmak da gerekmiyor, çıktı almak ve öğretmene vermek ile iş bitiyor. Bilinçsiz internet kullanımı ilerleyen zamanlarda daha da ciddi psikolojik ve sosyolojik kırılmalara yol açacak, bence yazdıklarım buzdağının görünen yüzü sadece…
Hepimizin dijital detoksa ihitiyacı var!