Öğretmen ve tembellik kulağınıza yanlış terkip gibi geldi sanki değil mi? Tembel öğrenci, başarılı, idealist öğretmen tamlamalarına daha aşinayız. Mesleği öğretmenlik olanların çoğunluğu bu yazıyı kaşları çatık, ön yargılı okuyacaklarından da eminim. 28 Şubat'ın yasaklı edebiyat öğretmenlerinden biri olarak son derece içim rahat bir şekilde diyorum ki hocalık, öğretmenlik gerçekten çok zor ama bir o kadar da saygın, önemli bir meslek. Ve bu işi çocukları sevmeyenler, gençlerle iletişimi olmayanlar asla yapmamalı.
Doktor hasta ilişkisinde hasta hekime teşhis ve tedaviyle ilgili herhangi bir itirazda, öneride bulunduğunda "Bana işimi öğretme, tavsiyelerime uymayacaksan bir daha bana gelme" diyebiliyor. Hastayla empati kurup onu doğru tedaviye ikna eden hekimler de mevcut. Son günlerde şahit olduğumuz üzere bazı özel hastanelerde sağlıklı bebekleri ölmesi için ısrarla yoğun bakımda tutan katil, psikopat sözde doktorların varlığından haberdar olduk. Halbuki hekimlik de öldürmek için değil yaşatmak içindi...
Mevcut seküler eğitim sistemi öğretmen, doktor, hakim, mühendis, mimar, müteahhit yetiştirirken insanı yaşatmayı mı yoksa insanların hayatı pahasına daha çok kazanmayı mı önceliyor belki bu ayrı bir yazı konusu olabilir...
Ivan İllich der ki:
"Mevki elde etmek amacıyla okullaştırılmış insanlar, ölçülemez yaşantıların ellerinden kayıp gitmesine müsaade etmektedirler."
Çocuğun ya da gencin ilgi ve ihtiyaçlarını görmezden gelerek onu azarlayarak, kılığına, kıyafetine, saçına, sakalına hakaretler ederek o günün dersine hazırlanmadan gelip 40 dakikasını savuşturan ve maaşını hiç vicdan azabı duymadan alan hocaları biliyoruz. Özellikle bizim gençliğimizde öğrenciye şiddetin her dozu, her rengi mevcuttu. Sevmediğimiz hocanın yalnızca kendini değil, dersini, giyimini, kuşamını, ideolojisini, kullandığı kelimeleri, tuttuğu takımı bile sevmezdik.
Günümüzde öğretmenler fiziksel şiddette bulunmamaya gayret ediyorlar. Ancak öğretmen okumayı seven, gençleri dersine motive etmeyi becerebilen özelliklere sahip değilse bol ödev, zor sınavlar, kırık dökük notlarla öğrenciyi kendinden, dersten, okuldan uzaklaştırmayı yine, yine, yine başarabiliyor.
Şimdi yirmili yaşlarında olan üç evladım da lise yıllarında pek çok öğretmenle karşılaştı. Uslu çocuğum da oldu, ele avuca sığmazı, yaramazı da. Çalışan, uslu çocuklarımın veli toplantılarına düzenli katılırdım. Yaramaz olduğu için yoğun şikayet alacağımı tahmin ettiklerime Nasreddin Hoca gibi "Hangi hocana görüneyim, hangisine görünmeyeyim?" diye sorarak giderdim. Malum aynı evin içinde, aynı ailedeki çocuklar bile kimi ağırbaşlı, kimi neşeli, kimi stresli, kimi kaygısız, vurdumduymaz olabiliyor. Bu her insanın ayrı bir birey, karakter olmasıyla alakalı. Ancak pek çok öğretmen öğrenciyi tek renk formaya sokmak gibi tek bir kimliğe, kalıba sığdırabileceğini zannediyor. Hoşgörü ve sabır olmadığı zaman "Senden zaten hiçbir şey olmaz." lafını üzerine bonkörce püskürttüğünüzde artık öğrenci derse ve okula tüm ilgisini kaybedebiliyor.
Öğretmen öğrencideki potansiyeli keşfedip en üst noktaya çıkartabilmeli. Kendi dersine ilgi ve yeteneği yoksa bile öğrenciye sevgisini hissettirmeli ki o çocuk, o derse koşarak gelsin. Birçok öğrenci bilirim, hoca bugün benimle gülümseyerek konuştu, bana kitap hediye etti, benimle çay içti diye gün boyu ağzı kulaklarında, sevinçle dolaşan...
Bir insanı kazanmak zor, kaybetmek çok kolay. Tek kelimelik hakaretle ya da "Kes sesini otur" diyerek bile bir öğrencinin bir dönemini mahvedebilirsiniz. Şimdi bazı hocalar da haklı olarak diyecek ki "Zamane gençleriyle ders işlemek hiç kolay değil. Saygısız hatta küfreden gençlerden asıl biz kendimizi korumaya çalışıyoruz." Bu şikayetlere de katılıyorum. O öğretmenlerin imtihanı da hiç kolay değil. Serseriliği marifet zanneden aşırı sorunlu tipleri dahi etkilemenin, onları bir inanç ve hedefe yönlendirmenin, yaşamlarına anlam kazandırmanın bir yolu olmalı. Matematiğe, fene, edebiyata, tarihe ilgi ve yeteneği olmayanları sanata, zanaata, spora teşvik eden, alternatif oluşturabilen bir eğitim sistemimiz olsaydı şayet hem talebeler hem de hocalar çıkışı olmayan bir labirentin içinde koşturup durmayacaklardı.
Öğrencilerin öğrenme azmini kamçılayan, hayallerini gerçekleştirebileceği ümidini her daim zinde tutan hocalarımı saygıyla, hayırla yad ediyorum. Mütefekkir Nurettin Topçu'nun meşhur satırlarıyla yazımı bitirmek istiyorum.
"Bir memlekette ticaret ve alışveriş tarzı bozuksa, bundan muallim mesuldür. Siyaset, millî tarihin çizdiği yoldan ayrılmış, milletinin tarihî karakterini kaybetmişse, bundan mesul olan yine muallimdir. Gençlik avare ve dâvasız, aileler otoritesizse, bundan da muallim mesul olacaktır. Memurlar rüşvetçi, mesul makamlar iltimasçı iseler, muallimin utanması icap eder. Din hayatı bir riya veya taklit merasimi haline gelerek vicdanlar sahipsiz ve sultansız kalmışsa, bunun da mesulü muallimlerdir."
"Kırk sene öğretmenlik yaptım, mabede nasıl girdimse, sınıfa da öyle girdim.”
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Havva Bütün Saraç
Tembel Öğretmen, Başarısız Talebe
Ivan İllich der ki:
"Mevki elde etmek amacıyla okullaştırılmış insanlar, ölçülemez yaşantıların ellerinden kayıp gitmesine müsaade etmektedirler."