Demirtaş 6-8 Ekim Katliamı’nda neye çağrı yapmıştı?
Yazının Giriş Tarihi: 02.06.2018 14:49
Yazının Güncellenme Tarihi: 02.06.2018 14:49
52 kişinin en vahşi yöntemlerle katledildiği, yüzlerce ev, işyeri, okul, parti binası, cami, medrese, otomobil, otobüsün yakılıp yıkıldığı, dükkânların yağmalandığı, PKK'nın 6-8 Ekim Katliamı'nın üzerinden dört yıl geçti. PKK'nın o dönem kurduğu YDG-H adlı grubun en kanlı eylemlerinden biri olarak tarihe geçen bu katliamdan dolayı Demirtaş şimdi yargılanıyor. Sadece bununla değil, ‘terör örgütü kurma ve yönetme', ‘örgüt propagandası' ve ‘suç ve suçluyu övme' iddialarıyla 142 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanıyor.
Mahkemede kendisinin yaptığı sokak çağrısını inkâr ediyor. O zaman da inkâr etmişti. 9 Ekim 2014'te Diyarbakır'da yaptığı basın toplantısında, kan ter içinde kalarak “Hiçbir yerde şiddet kullanılmadı. Çünkü bizim çağrımızda şiddet yoktu. Provokatörler bütün bu görkemli halk direnişini adli bir vakaymış gibi başka bir yere çekmeye çalıştılar” diyordu. Şimdi suçu Erdoğan'a ve dönemin başbakanı Davutoğlu'na atmaya çalışıyor.
Dediğine göre, Ayn el Arap'a (Kobani diyorlar) gidip durumu incelemiş, 5 Ekim akşamı da Davutoğlu'nu arayıp “Şu anda insanlar sokağa çıktı. Durum çok kritik, lütfen bu gece müdahale edelim, ne olur bu gece ne yapılacaksa birbirimize yardım edelim ve sınır kapısı IŞİD'in eline geçmeden gerekli desteği sunalım” diye uyarmış. Fakat Davutoğlu “oyalamacı, ciddiyetsiz bir tavır” sergilemiş. Ama nedense, telefonda durdurulması için yalvardığı olaylar için, ertesi gün insanları sokağa çağırmıştı.
Davutoğlu ise o günler için “isyan davetiydi” diyor ve Demirtaş'ı “çift kişilikli” olarak tarif ediyordu. “1 Ekim'de konuştuğum Demirtaş'la 6 Ekim'de konuştuğum Demirtaş farklı kimlikteydi” diye ekliyordu. Demirtaş hendekler konusunda da profesyonel yalancılığını konuşturmuştu. Hepsi arşivlerde duran konuşmalarını önce alenen inkâr etti, kaçacak pek yeri kalmayınca “Hendeklerin bu kadar yaygın olduğunu bilmiyordum” dedi. Oysa öncesindeki sözleri aynen şöyleydi: “Özerkliğin inşası için halkımızı bu onurlu hendek direnişini sahiplenmeye çağırıyoruz. Geri adım atmak şerefimize yakışmaz”.
***
Peki, Demirtaş'ın çağrısı sadece sokağa çıkmak üzerine miydi? Dediği gibi, DAEŞ Kobani'de sivil Kürtleri katlediyor, o da Türkiye'deki Kürtleri bunu protesto etmek için barışçıl gösteriler düzenlemeye mi çağırıyordu? Hatırlayalım, şöyle diyordu Demirtaş “Halkımızı her yerde sokağa çıkmaya, çıkmış olanlara destek vermeye ve alan tutmaya çağırıyorum”. PKK jargonuna yabancı olanlar için sıradan bir cümle olabilir ama burada anahtar kavram “alan tutma” çağrısıdır.
Daha 2012 yılında Cemil Bayık, Devrimci Halk Savaşı'nda yeni stratejinin “alan hâkimiyeti” olduğunu ilan ediyor, bunun uygulanmasının birkaç yönünü de şöyle sayıyordu:
TSK'nın askeri güçlerini işlevsizleştirmek
Bir noktada tutunarak değil, hareket halinde ve yoğunlaştırılmış eylemlere girişmek
Devlet kurumlarının tasfiyesi ve el konulması (yol kontrolleri buna örnektir)
Alan savunması içinde kalan devlet görevlilerinin tutuklanması
Tutulan alanlarda devletin stratejik alanlardaki ekonomik faaliyetinin tasfiyesi
Psikolojik savaş araçlarının yasaklanması (yayınlar, okullar vb)
PKK “alan tutma” konusunda halkın desteğini alacağına da büyük bir kesinlikle inanıyordu. Üstelik coğrafyayı onlar tanıyor, asker tanımıyordu. Psikolojik üstünlük de güya PKK'daydı. Bundan böyle BDP milletvekilleri de (PKK'nın yasal partisinin o zamanki adı BDP'ydi) kendilerini Kürdistan Bölgesi Milletvekilleri olarak sunmalıydılar.
***
Görüldüğü gibi Demirtaş'ın “alan tutma” çağrısı öylesine dile getirilmiş, sıradan bir protesto söylemi değildir. PKK'nın çok önceden çizdiği stratejinin parçasıdır. Bugün “Kobani olayları” diye anılan süreçte, güya DAEŞ Kürtlere saldırıyor, PKK ve Suriye kolu YPG de “destansı bir direnişle barbar radikal İslamcıları” püskürtüyordu.
Gerçekte olan şey ise Suriye'nin kuzeyinde PKK'ya kurdurulan kantonların benzerini Türkiye'de de kurmak ve güneyle birleştirmekti. Bunun ilk adımı da Demirtaş ve partisinin çağrısını yaptığı “alan tutma” idi. Çukur terörü döneminde de aynı amaç güdüldü. Hasan Cemal gibilerin gidip önünde poz verdiği hendeklerin, barikatların arkası PKK'lıların tuttuğu alanlardı. Buralarda devlet otoritesi yıkılmış, PKK'nın otoritesi sağlanmıştı. Yol kontrolleri, çadır mahkemeleri, militanların “şehitlikleri” vs alan tutmanın en belirgin işaretleriydi. Bütün bunlar aynı zamanda 15 Temmuz'a giden yolu döşeyen taşlardı.
***
Avrupa'nın herhangi bir ülkesinde, herhangi bir siyasi parti ve lideri, devlet otoritesini ortadan kaldırma çağrısını bu kadar pervasızca yapamaz. Yaparsa da bir daha güneş yüzü göremez, partisi de kapatılır. Hele de 6-8 Ekim gibi, çok kanlı olaylara yol açmış bir katliamın çağrıcısı tarihten silinir. İspanya'da ETA'nın Herri Batasuna partisi 2003'te kapatıldığında, HDP'nin PKK'ya destek için yaptıklarının yanına bile yaklaşamıyordu. Örneğin, “terör eylemlerini kınamaktan kaçınması” kapatma gerekçesi sayıldı. Daha sonra AİHM de kararı haklı buldu.
Bizde ise, sadece 6-8 Ekim'de ölen 52 kişiden dolayı bile, 52 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alması gereken şahsı, allayıp pullayıp cumhurbaşkanı adayı diye sahaya sürüyorlar. Bir de zeytinyağı gibi üste çıkıp “Vay efendim, cumhurbaşkanı adayı hapiste olur muymuş, eşit koşullarda yarışamıyormuş” diye yaygara koparıyorlar. Üstelik ittifak halindeki muhalefet partileri, cumhurbaşkanı adayları da bu fikri destekliyor. Pişkinliğin, arsızlığın, yüzsüzlüğün bu kadarına ancak Türkiye'de rastlanır herhalde.
Not: Demirtaş 23 Eylül-1 Ekim 2014 tarihleri arasında (yani katliamdan birkaç gün önce), Center for American Progress adlı kuruluşun “Ortadoğu'da Yeni Kürt Realitesi” başlıklı konferansında konuşmak üzere ABD'deydi. Çok sayıda resmi ve gayrı resmi görüşme gerçekleştirmişti.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Cengiz Alğan
Demirtaş 6-8 Ekim Katliamı’nda neye çağrı yapmıştı?
52 kişinin en vahşi yöntemlerle katledildiği, yüzlerce ev, işyeri, okul, parti binası, cami, medrese, otomobil, otobüsün yakılıp yıkıldığı, dükkânların yağmalandığı, PKK'nın 6-8 Ekim Katliamı'nın üzerinden dört yıl geçti. PKK'nın o dönem kurduğu YDG-H adlı grubun en kanlı eylemlerinden biri olarak tarihe geçen bu katliamdan dolayı Demirtaş şimdi yargılanıyor. Sadece bununla değil, ‘terör örgütü kurma ve yönetme', ‘örgüt propagandası' ve ‘suç ve suçluyu övme' iddialarıyla 142 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanıyor.
Mahkemede kendisinin yaptığı sokak çağrısını inkâr ediyor. O zaman da inkâr etmişti. 9 Ekim 2014'te Diyarbakır'da yaptığı basın toplantısında, kan ter içinde kalarak “Hiçbir yerde şiddet kullanılmadı. Çünkü bizim çağrımızda şiddet yoktu. Provokatörler bütün bu görkemli halk direnişini adli bir vakaymış gibi başka bir yere çekmeye çalıştılar” diyordu. Şimdi suçu Erdoğan'a ve dönemin başbakanı Davutoğlu'na atmaya çalışıyor.
Dediğine göre, Ayn el Arap'a (Kobani diyorlar) gidip durumu incelemiş, 5 Ekim akşamı da Davutoğlu'nu arayıp “Şu anda insanlar sokağa çıktı. Durum çok kritik, lütfen bu gece müdahale edelim, ne olur bu gece ne yapılacaksa birbirimize yardım edelim ve sınır kapısı IŞİD'in eline geçmeden gerekli desteği sunalım” diye uyarmış. Fakat Davutoğlu “oyalamacı, ciddiyetsiz bir tavır” sergilemiş. Ama nedense, telefonda durdurulması için yalvardığı olaylar için, ertesi gün insanları sokağa çağırmıştı.
Davutoğlu ise o günler için “isyan davetiydi” diyor ve Demirtaş'ı “çift kişilikli” olarak tarif ediyordu. “1 Ekim'de konuştuğum Demirtaş'la 6 Ekim'de konuştuğum Demirtaş farklı kimlikteydi” diye ekliyordu. Demirtaş hendekler konusunda da profesyonel yalancılığını konuşturmuştu. Hepsi arşivlerde duran konuşmalarını önce alenen inkâr etti, kaçacak pek yeri kalmayınca “Hendeklerin bu kadar yaygın olduğunu bilmiyordum” dedi. Oysa öncesindeki sözleri aynen şöyleydi: “Özerkliğin inşası için halkımızı bu onurlu hendek direnişini sahiplenmeye çağırıyoruz. Geri adım atmak şerefimize yakışmaz”.
***
Peki, Demirtaş'ın çağrısı sadece sokağa çıkmak üzerine miydi? Dediği gibi, DAEŞ Kobani'de sivil Kürtleri katlediyor, o da Türkiye'deki Kürtleri bunu protesto etmek için barışçıl gösteriler düzenlemeye mi çağırıyordu? Hatırlayalım, şöyle diyordu Demirtaş “Halkımızı her yerde sokağa çıkmaya, çıkmış olanlara destek vermeye ve alan tutmaya çağırıyorum”. PKK jargonuna yabancı olanlar için sıradan bir cümle olabilir ama burada anahtar kavram “alan tutma” çağrısıdır.
Daha 2012 yılında Cemil Bayık, Devrimci Halk Savaşı'nda yeni stratejinin “alan hâkimiyeti” olduğunu ilan ediyor, bunun uygulanmasının birkaç yönünü de şöyle sayıyordu:
PKK “alan tutma” konusunda halkın desteğini alacağına da büyük bir kesinlikle inanıyordu. Üstelik coğrafyayı onlar tanıyor, asker tanımıyordu. Psikolojik üstünlük de güya PKK'daydı. Bundan böyle BDP milletvekilleri de (PKK'nın yasal partisinin o zamanki adı BDP'ydi) kendilerini Kürdistan Bölgesi Milletvekilleri olarak sunmalıydılar.
***
Görüldüğü gibi Demirtaş'ın “alan tutma” çağrısı öylesine dile getirilmiş, sıradan bir protesto söylemi değildir. PKK'nın çok önceden çizdiği stratejinin parçasıdır. Bugün “Kobani olayları” diye anılan süreçte, güya DAEŞ Kürtlere saldırıyor, PKK ve Suriye kolu YPG de “destansı bir direnişle barbar radikal İslamcıları” püskürtüyordu.
Gerçekte olan şey ise Suriye'nin kuzeyinde PKK'ya kurdurulan kantonların benzerini Türkiye'de de kurmak ve güneyle birleştirmekti. Bunun ilk adımı da Demirtaş ve partisinin çağrısını yaptığı “alan tutma” idi. Çukur terörü döneminde de aynı amaç güdüldü. Hasan Cemal gibilerin gidip önünde poz verdiği hendeklerin, barikatların arkası PKK'lıların tuttuğu alanlardı. Buralarda devlet otoritesi yıkılmış, PKK'nın otoritesi sağlanmıştı. Yol kontrolleri, çadır mahkemeleri, militanların “şehitlikleri” vs alan tutmanın en belirgin işaretleriydi. Bütün bunlar aynı zamanda 15 Temmuz'a giden yolu döşeyen taşlardı.
***
Avrupa'nın herhangi bir ülkesinde, herhangi bir siyasi parti ve lideri, devlet otoritesini ortadan kaldırma çağrısını bu kadar pervasızca yapamaz. Yaparsa da bir daha güneş yüzü göremez, partisi de kapatılır. Hele de 6-8 Ekim gibi, çok kanlı olaylara yol açmış bir katliamın çağrıcısı tarihten silinir. İspanya'da ETA'nın Herri Batasuna partisi 2003'te kapatıldığında, HDP'nin PKK'ya destek için yaptıklarının yanına bile yaklaşamıyordu. Örneğin, “terör eylemlerini kınamaktan kaçınması” kapatma gerekçesi sayıldı. Daha sonra AİHM de kararı haklı buldu.
Bizde ise, sadece 6-8 Ekim'de ölen 52 kişiden dolayı bile, 52 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alması gereken şahsı, allayıp pullayıp cumhurbaşkanı adayı diye sahaya sürüyorlar. Bir de zeytinyağı gibi üste çıkıp “Vay efendim, cumhurbaşkanı adayı hapiste olur muymuş, eşit koşullarda yarışamıyormuş” diye yaygara koparıyorlar. Üstelik ittifak halindeki muhalefet partileri, cumhurbaşkanı adayları da bu fikri destekliyor. Pişkinliğin, arsızlığın, yüzsüzlüğün bu kadarına ancak Türkiye'de rastlanır herhalde.
Not: Demirtaş 23 Eylül-1 Ekim 2014 tarihleri arasında (yani katliamdan birkaç gün önce), Center for American Progress adlı kuruluşun “Ortadoğu'da Yeni Kürt Realitesi” başlıklı konferansında konuşmak üzere ABD'deydi. Çok sayıda resmi ve gayrı resmi görüşme gerçekleştirmişti.