Fakat konunun gidişatı başka yönlere çekilmeye başlayınca ve bu gidişatta gördüğüm bazı yanlış sözler olunca yazmaya karar kıldım.
Birkaç zamandır Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yiğit Bulut'un Akşam Gazetesi Yazarı Etyen Mahçupyan'a yöneltmiş olduğu eleştiriler kamuoyunu belli bir ölçüde meşgul ediyor, birileri de bu eleştiriler üzerinden yorum yapıyor.
Birilerine geçmeden önce Etyen Mahçupyan'ın dün yazısında kendisini eleştirenlere ilişkin “kifayetsiz” kelimesini kullanması ve gerçek yüzlerini gördüğünü belirtmesi de benim için tuhaf diyebileceğim bir gelişme oldu.
Öncelikle ben de bu yazıda “kifayetsiz” ve hatta “yeni yetme” biri olarak Etyen Mahçupyan'a ilişkin eleştirilerimi yazacağım ve muhtemelen kıstas bu olduğu için herhalde gerçek yüzüm ortaya çıkacak. (Gerçek yüzden kastın ne olduğunu bilmiyorum)
Ama ona geçmeden önce Yiğit Bulut'un eleştirilerinden daha çok Etyen Mahçupyan'a eleştirilerde bulunması birilerini fena ölçüde rahatsız etti ve Yiğit Bulut'a açıkçası ahlaksızca hakaret etmekten geri durmadılar.
Açıkçası bu birileri ve başka kimseler Yiğit Bulut'a 365 gün küfür ve hakaret ederken, sırf Yiğit Bulut'un üslubunu eleştirmelerini pek haklı bulmuyorum. Çünkü Yiğit Bulut'a bugüne kadar hem bizim mahalleden hem de karşı mahalleden edilen küfür ve hakaretlerin haddi hesabı yok. Açıkçası Yiğit Bulut'un Etyen Mahçupyan'a karşı kullanmış olduğu dil tüm bunların yanında solda sıfır kalır.
Aynı şekilde bu birileri Yiğit Bulut'un Etyen Mahçupyan'a kullanmış olduğu o üslubu eleştirdiği gibi Yiğit Bulut'a da yılın her günü edilen küfür ve hakaretleri aynı oranda olmasa da yarı oranda dahi eleştirseydi belki durumun Etyen Mahçupyan'ı eleştirmekle alakalı olmadığını anlardım ama ne yazık ki durum böyle değil. Düşünün ki Yiğit Bulut'a “jöleli” diye ahlaksızca takılan bir lakaba karşı yılın bir günü bile bunu dahi eleştirmekten imtina edenler hemen şimdi Yiğit Bulut'a edilmedik söz bırakmadılar.
Tabi sadece bununla da kalmadılar özellikle Yiğit Bulut'a “yalaka” denmesinin de ayrı bir ahlak dışı boyutu var. Baktığınız zaman bu ülkede AK Parti'yi ve Erdoğan'ı savunan herkes karşı mahalleye göre “yalaka” olmaktan ibaret. O zaman Yiğit Bulut'a “yalaka” diyen kişilerin önce kendilerine, sonra aynaya bakıp bu karşı mahallenin diliyle saldırmaları da onları karşı mahallenin bir unsuru olmaktan ne acıdır ki farklı kılmıyor.
Özellikle de bu birilerinin yapmış olduğu “belaltı” vurma şekillerinden bir tanesi de Yiğit Bulut'un geçmişte farklı düşüncelere sahip olması oluşturuyor. Unutmamak lazım ki insanların görüşleri değişebilir, bu da gayet normal ve anlamlı bir durumdur. Hele de insan geçmişini saklamıyor ve bu geçmişteki sözlerini şimdi savunmadığını belirtiyorsa.
Kaldı ki bir insanın geçmişte savunduğu düşünceleri şimdi de savunması mükemmel bir anlam ifade etmediği gibi geçmişte farklı düşünen birinin şimdi geçmişteki düşüncesinden farklı düşünmesi de olumlu sayılabilecek bir gelişmedir, hatta zihin dünyasının açıklığına tekabül eder.
Ben kendim de geçmişte sol düşünceyi savunmuş biri olarak ve bunun vakti zamanında özeleştirisini yapıp şimdi sol düşüncenin hiçbir argümanını paylaşmayan biri olarak bunun ne kadar önemli ve anlamlı olabileceğini bizzat yaşadım.
Anlam boyutu “böyleydim, böyle oldum” kibri ve şımarıklığı açısından değil, sadece eski mahalleyi terk etmenin ve yeni mahalleye gelmenin ne demek olduğunu biliyorum ve bu süreçte neler yaşadığımı da ancak ve ancak sadece ben biliyorum.
Kendimi de geçecek olursak Halil Berktay'ın ve Cengiz Algan'ın soldan gelen iki değerli insan olduğunu ve düşüncelerinin o dönemden şimdiki döneme göre çok farklı olduğunu söyleyebiliriz.
Her ikisi de fikir dünyamızı genişleten ve benim de bir zamanlar dahil olduğum eski mahallelerinin nasıl bir düzen içerisinde olduklarını bildiklerinden tez ve anti-tezi kurmakta o derece başarılıdırlar.
Ayrıca eski mahalleyi terk etmek ve yeni mahalleye gelmek yeni bir başlangıcı simgelediği gibi beraberinde ilk başta bir yalnızlığı da getirir. Cengiz Algan'ın Gezi döneminde neler yaşadığını bu bağlamda örnek gösterebiliriz, okumak isteyen de Google'da kısa bir search taraması yapabilirler.
Konunun üslup boyutunu bu şekilde izah ettiğimize göre Yiğit Bulut'un Etyen Mahçupyan'a ilişkin söylemiş olduğu sözlere geçebiliriz ama bu noktada da Yiğit Bulut'a kullanılan aşağılayıcı bir üslup ifadesinden de bahsetmeden fikir boyutuna geçmek mümkün olmayacaktır.
Etyen Mahçupyan'a Yiğit Bulut ekonomi üzerinden bir eleştiri getirince bu birilerinin içinde olduğu bir takım çevreler “sen kimsin de bunu söyleyebiliyorsun” tarzında bir ifade kullandılar.
Ekonomi ayrı bir uzmanlık gerektiren teknik bir alandır. Kısacası siyasetin bilimini teoride görmeden pratikte uygulamak mümkün. Türkiye'de de üniversitelerde siyasetin bilimini görmeden (her ne kadar siyaset bilimi güncel siyasetle çok ilgilenmese de) herkes siyaset adına konuşabilir ve fikrini söyleyebilir. Çünkü tamamen insanın yaşam alanını daha iyi bir hale getirme olan siyaseti herkes kendi iç dünyasında yorumlayıp bunu pratiğe dökerek fikrini özgürce yansıtabilir.
Fakat ekonomi dediğiniz alan ayrı argümanları ve terimsel fonksiyonları olan bir alandır. Bilimini okumak gerekir. Kendi adıma konuşacak olursam ekonomiden pek anladığım söylenemez. Maksimum ekonomiden anladığım ev bütçesi dışına çıkmaz. Ama Yiğit Bulut'un ekonomi bilgisine “sen kimsin” demek de bunu diyenleri gülünç duruma düşürür.
Bulut Galatasaray Lisesi mezunu olup Bilkent'te ekonomi lisansını yapmış ve yüksek lisansını Sorbonne Üniversitesi'nde yapmış bir kişidir. Ve bu kişiye “sen ne anlarsın, sen kimsin” demek açıkçası yanlıştan ziyade komik bir durumdur. Bunu diyenler acaba ekonomi adına bugün hangi çalışmaları yapmışlardır da böyle bir şey diyorlardır? Bunun da cevabını kendilerine bırakıyorum.
Yiğit Bulut'a “sen kimsin” diyorsunuz da aynı şekilde ekonomist olan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Milliyet Gazetesi Yazarı Cemil Ertem de Etyen Mahçupyan'ın ekonomi ile ilgili fikirlerini köşesine isim vermeden taşımıştı, ona da “o kim” demezseniz şu linkten yazısını okuyabilirsiniz: http://www.milliyet.com.tr/baskanlik-sistemi-ve ekonomi/ekonomi/ydetay/2175046/default.htm
Bununla birlikte kalemini çok beğendiğim ve birikimine son derece güvendiğim Güneş Gazetesi Yazarı Kayahan Uygur'un ekonomi ile ilgili fikirlerini de şu linkten okuyabilirsiniz: http://www.gunes.com/yazarlar/kayahan--uygur/mahcup-olmamis-hic-niyeti-de-yok-653841
Her ne kadar üsluba kafayı takmış olsanız da Kayahan Uygur'un Etyen Mahçupyan'ı eleştirenlere ilişkin demediğini bırakmayan Akşam Gazetesi Yazarı Gülay Göktürk'e vermiş olduğu cevabı da buradan okuyabilirsiniz: http://www.aksam.com.tr/yazarlar/kayahan-uygur/evet-baskanlik-sistemi-pespayeligi-duzeltecek/haber-479431
Yiğit Bulut'un gerçekten üslubuna takmış olsaydınız Gülay Göktürk'ün Etyen Mahçupyan'ı eleştirenlere demediğini bırakmayan üslubuna da takardınız ama takmamış olmanız da durumun tekrardan üslupla ilgili olmadığını ortaya çıkarıyor ve açıkçası bu durumda pek ilkeli bir pozisyonu oluşturmuyor.
Bununla birlikte Etyen Mahçupyan'ı eleştirenlere birileri tarafından “sen kimsin, onun tırnağı olamazsın” gibi sözleri de bu kişilerin aşağılık komplekslerine bağlamaktan geri duramıyorum.
Evet Etyen Mahçupyan'ın bilgi birikimi ya da siyaset literatürüne kazandırmış olduğu değerli katkılar olabilir ama böyle olması hatta onun dünyadaki en bilge kişi olmuş olsa dahi her dediğini doğru ya da haklı çıkarmaz.
Öyle ki her insanın kendisine göre doğruluk görecesi farklıdır ve siyaset gibi kurumlarda doğruluk mekanizması matematik gibi işlemez bazen siyaset bilimine göre doğru olan şeyler siyasetin pratiğinde çok da doğru olmayabilir.
Ayrıca Etyen Mahçupyan'ı eleştirenlere bu gibi kulplar takmak Etyen Mahçupyan'ın bu dokunulmazlık zırhının nereden geldiğini sorgulamakla birlikte kendisinin bu “kutsallığı” nereden gelmiştir?
Etyen Mahçupyan'ı eleştirmek suç mudur, günah mıdır, ayıp mıdır?
Ve onu eleştirenler birilerine göre sorgulamadan Etyen Mahçupyan'ın fikirleri karşısında yekten hep haksız mıdır?
Bu da analitik ve diyalektik açıdan ne kadar doğrudur?
Keza bende Etyen Mahçupyan'ın 7 Haziran seçimlerinden sonra kendisini kendi doğrularıma göre epeyce eleştirmiş, elbette ki bu mahalle baskısı karşısında bu eleştirilerimi yüksek sesle ifade edememiştim.
Yeri gelmişken ifade etmek gerekirse Etyen Mahçupyan'ın CHP ile ilgili AK Parti'nin koalisyon yapma önerisine hep karşı durdum.
Tabi ki tek başına iktidar olmak sonuçta Allah'ın kelamı değildir, sandıktan koalisyon çıkarsa bunun sonucunda koalisyon fikirlerini tartışmak da fayda vardır ama bu faydanın siyaset ve Türkiye'nin geleceği açısından öyle bir dönemde ne kadar yararlı olduğu da tartışılması gereken bir gerçektir.
Etyen Mahçupyan'ın CHP'yle koalisyon önerisinin sebeplerinde pek de haklı olduğunu düşünmüyorum. Özellikle AK Parti'nin CHP ile yenileneceğini ifade etmesi birçok açıdan kuşkuludur.
CHP'nin hala 1923 zihniyetiyle yönetildiğini düşünürsek, bu ülkedeki bu zihniyetin vesayet sistemini oluşturduğunu hesaba katarsak, bizim de sistem sorunumuz dediğimiz şey tam olarak bu Kemalist vesayetten başka bir şey olmadığını da toplam sonuca eklersek bu nasıl bir yenilenmedir?
Ayrıca Türkiye toplumunu dönüştüren dindarların ve Kürtlerin olduğu da yadsınamaz bir gerçek ise CHP'nin tamamen bu insanları pasifize ederek onları muhatap almaması ve hatta bu insanlara karşı insan haklarını dahi ihlale vardıran düşüncelerinin olması AK Parti'yi nasıl bir yeniliğe teşvik edecektir?
AK Parti'nin CHP ile değil, bilakis toplumla birlikte yenilendiği, toplumun değişim dinamiğine uygun hareket ettiği de ortada bir gerçek olarak duruyorsa CHP ile yenilenmeyi bırakın vesayetlerin hüküm sürdüğü eskiye dönüş sağlanır.
Kaldı ki Etyen Mahçupyan'ın tüm bu söyledikleri siyaseten doğru çıkmış olsaydı dahi CHP'nin koalisyon görüşmelerinde deyim yerindeyse Erdoğan'ın kellesini istemesi AK Parti'nin nasıl bir şekilde yenileneceğini gösterir?
AK Parti'nin kurucu lideri olan Erdoğan'ı yargılatmak için elinden geleni ardına koymayan bir CHP'yle ancak “Erdoğan'sız bir Türkiye'nin” temelleri atılırdı, bu da seçilmişlerin yine bürokratik vesayetle ortadan kaldırıldığı yeni bir vesayet rejimini ortaya çıkarırdı.
Demek istediğim siyasetin matematik gibi kesin bir sonucu olmadığı ve bazen siyasetteki doğruculuğu elimizin tersiyle itmemiz gerektiğinden başka bir şey değil. Ayrıca Etyen Mahçupyan'ın “AK Parti CHP'yle meşruiyet” kazanır sözü halkın 2002'den bu yana AK Parti'ye vermiş olduğu oyların ve bu oylarla tek başına iktidara gelen bir partinin gayrı meşru olduğunu mu gösteriyor?
Siyaset bilimi açısından da bir partinin bir partiyle koalisyonu hiçbir partiye meşruiyet kazandırmadığı gibi meşruiyet zeminini sandıkta ve dolayısıyla demokrasi de aramak daha sağlıklı bir yol alacaktır. Bu da zaten halkın meşruiyetidir, o halk da AK Parti'yi tek başına iktidar yapmıştır.
Bununla birlikte Etyen Mahçupyan'ın 21 Temmuz'da yazmış olduğu “Doğu Fundamentalizmi” yazısında da katılmadığım birçok nokta var.
Bu yazısında Mahçupyan AK Partili'lerin doğu fundamentalizminden kurtulması gerektiğini söyleyerek, Batı'yı ötekileştirmemesi gerektiğini ifade ediyor.
Bir kere sosyolojik açıdan incelendiğinde AK Parti'nin tabanı muhafazakar bir taban. Yine sosyo-politik açıdan incelendiğinde AK Parti tabanının içinde bireysel olarak fundamentalist kişiler olabileceği gibi tüm tabanı bu şekilde yorumlamak bence AK Parti tabanını tanımamaktan öteye gitmez.
Etyen Mahçupyan AK Parti tabanıyla ne kadar haşır neşir bilemiyorum ama benim tanıdığım bu taban fundamentalist bir tabana sahip olsaydı açıkçası bu mahalle ve taban beni kabul etmediği gibi AK Parti'nin toplumu ve Türkiye'yi dönüştürücü bir güç olduğunu söylemek zor olurdu.
Kaldı ki Türkiye'de fundamentalist tabana sahip bir parti yok, bireysel kişiler olsa da bunlar en fazla siyasal olarak dernek/cemaat çatısı altında buluşuyorlar ve onun dışında da böyle bir sosyolojik yapı çok çok azınlıkta.
Böyle tabana sahip olmayan bir partinin doğu fundamentalizmini destekleyeceğini düşünmüyorum. Kendisinin ait olmadığı bir fikri ya da görüşü bu tabanının destekleyeceği de beklenemez zaten.
Bilakis bu taban fundamentalizmi reddederek bugünlere gelmiş ve tek başına siyasetin sahnesine oturmuştur. Kısacası kendini değiştirerek kitlesel bir alana yayılmış taban çoğunlukta muhafazakar olsa da içinde solcusunu, sağcısını, liberalini, dindarını her ölçüden barındıran ve birbiriyle hoşgörüyle yaşayan bir Türkiye mozaiğini önce kendi içinde icra etmiştir.
Aynı yazıda CHP'nin arkaiklerinden de muhafazakarları sorumlu tutuyor Mahçupyan. Bunun muhafazakarlarla bir alakası olmadığını düşünüyorum. Bu arkaiklerin tamamen İslamofobi'ye batmalarından ötürü kendi kendine arkaikliğe dönüşmüş ve dindarlarla eşitlenmemek adına kendilerine bir kalkan tutmuşlardır.
Ayrıca yazının içinde CHP'nin “yeterince yerel” olduğunu ifade etmesi de sorunlu bir cümle. CHP modernizmin içine batan ve tamamen şekilci bir dünya yapısına sahip bir zihniyete tabi olan parti olduğuna göre Batı'yı da şeklen yorumladığı gibi bu durum da bu toprakların yerelliğine uygun bir görüş açısı olmaktan uzak.
AK Parti tabanının doğu fundamentalizmini desteklememesinin başka bir boyutu da bu tabanın Özal, Demirel, Çiller tabanına sahip olduğu gerçeği. Ve bu taban AK Parti de belki de muhafazakarlıktan ziyade ekonomik ve insan hakları temelli iyileştirmeleri gördüğü için duruyor. Bunu da unutmamak lazım.
Ayrıca kolonyalizme meşruiyet çıkaran Batıcılığı bu noktada CHP ile sağlamak mümkün olacaksa Etyen Mahçupyan neden kendisinin ifade ettiği doğu fundamentalizmine sahip bu AK Parti'nin politikalarını destekliyor?
CHP ile AK Parti'yi değiştirmek, yenilemek, Batıcı olmaya sevk etmekse mesele kısa yoldan CHP'nin tek başına iktidar olmasını da destekleyebilir. Tüm bunlar CHP ile sağlanacaksa AK Parti'yle koalisyondan ziyade bu daha kısa bir yoldur.
Yine Etyen Mahçupyan 19 Kasım'da yazmış olduğu bir yazıda AK Parti'nin seçimin ertesinde başkanlık sistemi tartışmasını yapmış olmasını talihsiz bir durum olarak açıklıyor ve bence yine yanılıyor.
1 Kasım da çıkan sonuç her ne kadar AK Parti'yi tek başına iktidar yapmış ve Türkiye'deki belirsizlik süreci kapanmış olsa da bir sistem krizini beraberinde getirmiştir. Bu sistem krizi Erdoğan ve AK Parti'nin aynı fikirlerinden dolayı pek gözükmese de çift başlı bu de facto durumun siyasal ve hukuksal bir meşruiyet alanına oturmasına ihtiyacı gösterir.
Ve seçimin hemen akabinde bunun tartışması da pek tabi ki yapılacaktır. Hatta Cumhurbaşkanı'nın halkın seçmesinden sonra yapılmaması da ayrı bir zaman kaybıdır ve bu noktada dünya üzerindeki siyaset literatüründe bu sisteme alternatif başkanlık sisteminden başka bir model yoktur.
Bu başkanlık sistemini tartışmak da hak etmekle alakalı değil Türkiye'yi geleceğe taşımakla alakalıdır ve bu tartışmanın olgunlaşması için de Türkiye 7 Haziran – 1 Kasım arası süreçleri yaşamaması adına gerekli olan bir durumdur.
Her ne kadar bunu Etyen Mahçupyan yazmış olsa da kendisi de 20 gün sonra başkanlık sistemiyle ilgili yazılarını yazmaya başlamıştır. Acaba AK Parti 20 gün sonra başkanlık sistemini tartışmayı mı hak etmiştir? 20 gün arasında ne değişmiştir de hak etme sağlanmıştır?
Etyen Mahçupyan yine de başkanlık sistemini mecburiyetten ötürü kerhen savunuyor olsa da Türkiye'de tartışılması gereken en önemli mesele olan başkanlık sistemiyle ilgili hala daha yazı yazmayanlara göre daha ileri bir pozisyondadır.
Şimdi böyle bir yazı yazdım diye demediğini bırakmayacak olanlar elbette ki çıkacaktır. Bunu da normal karşılıyorum. Ama zaten ben inandığım doğruları hiçbir hesap kitap dahilinde olmadan “yalnız” kalmak pahasına yazdığımı da belirteyim.
Türkiye'de entelektüel ve akademik lobinin aksine bu ülkenin halkının çok daha sağlıklı ve faydalı düşünebildiğini görüyorum. Bu ülkenin halkı gerçekten bu lobilerin çok çok üstünde bir bakış açısına ve birikime sahiptir.
Hiç değilse bu halkı “sen kimsin, ne bilirsin” gibi aşağılamak da ayrı bir Kemalist ve elit bakışı içerir. Açıkçası bana soracak olursanız bu halkın sağduyusu entelektüel ve akademik lobinin çok çok ilerisindedir.
Bu düşüncelerimi her türlü siyasal pozisyona yatırım yapan ve kutuplaştık yaygarasıyla Erdoğan'sız Türkiye'nin temellerini atmaya çalışan uzlaşmacı tayfa küfür ve hakaretle karşılayacaktır. Yine de “yalnız” kalma pahasına inandıklarımdan vazgeçmeyeceğim.
Sezai Karakoç'un “Ey Sevgili” şiirini harika bir şekilde okuyan Erdoğan'ın da dediği gibi: “Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır/yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır”…
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ekin Gün
Etyen Mahçupyan’ı eleştirmek…
Aslında bu konuyu yazmaya hiç niyetim yoktu.
Fakat konunun gidişatı başka yönlere çekilmeye başlayınca ve bu gidişatta gördüğüm bazı yanlış sözler olunca yazmaya karar kıldım.
Birkaç zamandır Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yiğit Bulut'un Akşam Gazetesi Yazarı Etyen Mahçupyan'a yöneltmiş olduğu eleştiriler kamuoyunu belli bir ölçüde meşgul ediyor, birileri de bu eleştiriler üzerinden yorum yapıyor.
Birilerine geçmeden önce Etyen Mahçupyan'ın dün yazısında kendisini eleştirenlere ilişkin “kifayetsiz” kelimesini kullanması ve gerçek yüzlerini gördüğünü belirtmesi de benim için tuhaf diyebileceğim bir gelişme oldu.
Öncelikle ben de bu yazıda “kifayetsiz” ve hatta “yeni yetme” biri olarak Etyen Mahçupyan'a ilişkin eleştirilerimi yazacağım ve muhtemelen kıstas bu olduğu için herhalde gerçek yüzüm ortaya çıkacak. (Gerçek yüzden kastın ne olduğunu bilmiyorum)
Ama ona geçmeden önce Yiğit Bulut'un eleştirilerinden daha çok Etyen Mahçupyan'a eleştirilerde bulunması birilerini fena ölçüde rahatsız etti ve Yiğit Bulut'a açıkçası ahlaksızca hakaret etmekten geri durmadılar.
Açıkçası bu birileri ve başka kimseler Yiğit Bulut'a 365 gün küfür ve hakaret ederken, sırf Yiğit Bulut'un üslubunu eleştirmelerini pek haklı bulmuyorum.
Çünkü Yiğit Bulut'a bugüne kadar hem bizim mahalleden hem de karşı mahalleden edilen küfür ve hakaretlerin haddi hesabı yok. Açıkçası Yiğit Bulut'un Etyen Mahçupyan'a karşı kullanmış olduğu dil tüm bunların yanında solda sıfır kalır.
Aynı şekilde bu birileri Yiğit Bulut'un Etyen Mahçupyan'a kullanmış olduğu o üslubu eleştirdiği gibi Yiğit Bulut'a da yılın her günü edilen küfür ve hakaretleri aynı oranda olmasa da yarı oranda dahi eleştirseydi belki durumun Etyen Mahçupyan'ı eleştirmekle alakalı olmadığını anlardım ama ne yazık ki durum böyle değil.
Düşünün ki Yiğit Bulut'a “jöleli” diye ahlaksızca takılan bir lakaba karşı yılın bir günü bile bunu dahi eleştirmekten imtina edenler hemen şimdi Yiğit Bulut'a edilmedik söz bırakmadılar.
Tabi sadece bununla da kalmadılar özellikle Yiğit Bulut'a “yalaka” denmesinin de ayrı bir ahlak dışı boyutu var. Baktığınız zaman bu ülkede AK Parti'yi ve Erdoğan'ı savunan herkes karşı mahalleye göre “yalaka” olmaktan ibaret. O zaman Yiğit Bulut'a “yalaka” diyen kişilerin önce kendilerine, sonra aynaya bakıp bu karşı mahallenin diliyle saldırmaları da onları karşı mahallenin bir unsuru olmaktan ne acıdır ki farklı kılmıyor.
Özellikle de bu birilerinin yapmış olduğu “belaltı” vurma şekillerinden bir tanesi de Yiğit Bulut'un geçmişte farklı düşüncelere sahip olması oluşturuyor.
Unutmamak lazım ki insanların görüşleri değişebilir, bu da gayet normal ve anlamlı bir durumdur. Hele de insan geçmişini saklamıyor ve bu geçmişteki sözlerini şimdi savunmadığını belirtiyorsa.
Kaldı ki bir insanın geçmişte savunduğu düşünceleri şimdi de savunması mükemmel bir anlam ifade etmediği gibi geçmişte farklı düşünen birinin şimdi geçmişteki düşüncesinden farklı düşünmesi de olumlu sayılabilecek bir gelişmedir, hatta zihin dünyasının açıklığına tekabül eder.
Ben kendim de geçmişte sol düşünceyi savunmuş biri olarak ve bunun vakti zamanında özeleştirisini yapıp şimdi sol düşüncenin hiçbir argümanını paylaşmayan biri olarak bunun ne kadar önemli ve anlamlı olabileceğini bizzat yaşadım.
Anlam boyutu “böyleydim, böyle oldum” kibri ve şımarıklığı açısından değil, sadece eski mahalleyi terk etmenin ve yeni mahalleye gelmenin ne demek olduğunu biliyorum ve bu süreçte neler yaşadığımı da ancak ve ancak sadece ben biliyorum.
Kendimi de geçecek olursak Halil Berktay'ın ve Cengiz Algan'ın soldan gelen iki değerli insan olduğunu ve düşüncelerinin o dönemden şimdiki döneme göre çok farklı olduğunu söyleyebiliriz.
Her ikisi de fikir dünyamızı genişleten ve benim de bir zamanlar dahil olduğum eski mahallelerinin nasıl bir düzen içerisinde olduklarını bildiklerinden tez ve anti-tezi kurmakta o derece başarılıdırlar.
Ayrıca eski mahalleyi terk etmek ve yeni mahalleye gelmek yeni bir başlangıcı simgelediği gibi beraberinde ilk başta bir yalnızlığı da getirir. Cengiz Algan'ın Gezi döneminde neler yaşadığını bu bağlamda örnek gösterebiliriz, okumak isteyen de Google'da kısa bir search taraması yapabilirler.
Konunun üslup boyutunu bu şekilde izah ettiğimize göre Yiğit Bulut'un Etyen Mahçupyan'a ilişkin söylemiş olduğu sözlere geçebiliriz ama bu noktada da Yiğit Bulut'a kullanılan aşağılayıcı bir üslup ifadesinden de bahsetmeden fikir boyutuna geçmek mümkün olmayacaktır.
Etyen Mahçupyan'a Yiğit Bulut ekonomi üzerinden bir eleştiri getirince bu birilerinin içinde olduğu bir takım çevreler “sen kimsin de bunu söyleyebiliyorsun” tarzında bir ifade kullandılar.
Ekonomi ayrı bir uzmanlık gerektiren teknik bir alandır. Kısacası siyasetin bilimini teoride görmeden pratikte uygulamak mümkün. Türkiye'de de üniversitelerde siyasetin bilimini görmeden (her ne kadar siyaset bilimi güncel siyasetle çok ilgilenmese de) herkes siyaset adına konuşabilir ve fikrini söyleyebilir. Çünkü tamamen insanın yaşam alanını daha iyi bir hale getirme olan siyaseti herkes kendi iç dünyasında yorumlayıp bunu pratiğe dökerek fikrini özgürce yansıtabilir.
Fakat ekonomi dediğiniz alan ayrı argümanları ve terimsel fonksiyonları olan bir alandır. Bilimini okumak gerekir. Kendi adıma konuşacak olursam ekonomiden pek anladığım söylenemez. Maksimum ekonomiden anladığım ev bütçesi dışına çıkmaz. Ama Yiğit Bulut'un ekonomi bilgisine “sen kimsin” demek de bunu diyenleri gülünç duruma düşürür.
Bulut Galatasaray Lisesi mezunu olup Bilkent'te ekonomi lisansını yapmış ve yüksek lisansını Sorbonne Üniversitesi'nde yapmış bir kişidir. Ve bu kişiye “sen ne anlarsın, sen kimsin” demek açıkçası yanlıştan ziyade komik bir durumdur. Bunu diyenler acaba ekonomi adına bugün hangi çalışmaları yapmışlardır da böyle bir şey diyorlardır? Bunun da cevabını kendilerine bırakıyorum.
Yiğit Bulut'a “sen kimsin” diyorsunuz da aynı şekilde ekonomist olan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Milliyet Gazetesi Yazarı Cemil Ertem de Etyen Mahçupyan'ın ekonomi ile ilgili fikirlerini köşesine isim vermeden taşımıştı, ona da “o kim” demezseniz şu linkten yazısını okuyabilirsiniz: http://www.milliyet.com.tr/baskanlik-sistemi-ve ekonomi/ekonomi/ydetay/2175046/default.htm
Bununla birlikte kalemini çok beğendiğim ve birikimine son derece güvendiğim Güneş Gazetesi Yazarı Kayahan Uygur'un ekonomi ile ilgili fikirlerini de şu linkten okuyabilirsiniz: http://www.gunes.com/yazarlar/kayahan--uygur/mahcup-olmamis-hic-niyeti-de-yok-653841
Her ne kadar üsluba kafayı takmış olsanız da Kayahan Uygur'un Etyen Mahçupyan'ı eleştirenlere ilişkin demediğini bırakmayan Akşam Gazetesi Yazarı Gülay Göktürk'e vermiş olduğu cevabı da buradan okuyabilirsiniz: http://www.aksam.com.tr/yazarlar/kayahan-uygur/evet-baskanlik-sistemi-pespayeligi-duzeltecek/haber-479431
Yiğit Bulut'un gerçekten üslubuna takmış olsaydınız Gülay Göktürk'ün Etyen Mahçupyan'ı eleştirenlere demediğini bırakmayan üslubuna da takardınız ama takmamış olmanız da durumun tekrardan üslupla ilgili olmadığını ortaya çıkarıyor ve açıkçası bu durumda pek ilkeli bir pozisyonu oluşturmuyor.
Bununla birlikte Etyen Mahçupyan'ı eleştirenlere birileri tarafından “sen kimsin, onun tırnağı olamazsın” gibi sözleri de bu kişilerin aşağılık komplekslerine bağlamaktan geri duramıyorum.
Evet Etyen Mahçupyan'ın bilgi birikimi ya da siyaset literatürüne kazandırmış olduğu değerli katkılar olabilir ama böyle olması hatta onun dünyadaki en bilge kişi olmuş olsa dahi her dediğini doğru ya da haklı çıkarmaz.
Öyle ki her insanın kendisine göre doğruluk görecesi farklıdır ve siyaset gibi kurumlarda doğruluk mekanizması matematik gibi işlemez bazen siyaset bilimine göre doğru olan şeyler siyasetin pratiğinde çok da doğru olmayabilir.
Ayrıca Etyen Mahçupyan'ı eleştirenlere bu gibi kulplar takmak Etyen Mahçupyan'ın bu dokunulmazlık zırhının nereden geldiğini sorgulamakla birlikte kendisinin bu “kutsallığı” nereden gelmiştir?
Etyen Mahçupyan'ı eleştirmek suç mudur, günah mıdır, ayıp mıdır?
Ve onu eleştirenler birilerine göre sorgulamadan Etyen Mahçupyan'ın fikirleri karşısında yekten hep haksız mıdır?
Bu da analitik ve diyalektik açıdan ne kadar doğrudur?
Keza bende Etyen Mahçupyan'ın 7 Haziran seçimlerinden sonra kendisini kendi doğrularıma göre epeyce eleştirmiş, elbette ki bu mahalle baskısı karşısında bu eleştirilerimi yüksek sesle ifade edememiştim.
Yeri gelmişken ifade etmek gerekirse Etyen Mahçupyan'ın CHP ile ilgili AK Parti'nin koalisyon yapma önerisine hep karşı durdum.
Tabi ki tek başına iktidar olmak sonuçta Allah'ın kelamı değildir, sandıktan koalisyon çıkarsa bunun sonucunda koalisyon fikirlerini tartışmak da fayda vardır ama bu faydanın siyaset ve Türkiye'nin geleceği açısından öyle bir dönemde ne kadar yararlı olduğu da tartışılması gereken bir gerçektir.
Etyen Mahçupyan'ın CHP'yle koalisyon önerisinin sebeplerinde pek de haklı olduğunu düşünmüyorum. Özellikle AK Parti'nin CHP ile yenileneceğini ifade etmesi birçok açıdan kuşkuludur.
CHP'nin hala 1923 zihniyetiyle yönetildiğini düşünürsek, bu ülkedeki bu zihniyetin vesayet sistemini oluşturduğunu hesaba katarsak, bizim de sistem sorunumuz dediğimiz şey tam olarak bu Kemalist vesayetten başka bir şey olmadığını da toplam sonuca eklersek bu nasıl bir yenilenmedir?
Ayrıca Türkiye toplumunu dönüştüren dindarların ve Kürtlerin olduğu da yadsınamaz bir gerçek ise CHP'nin tamamen bu insanları pasifize ederek onları muhatap almaması ve hatta bu insanlara karşı insan haklarını dahi ihlale vardıran düşüncelerinin olması AK Parti'yi nasıl bir yeniliğe teşvik edecektir?
AK Parti'nin CHP ile değil, bilakis toplumla birlikte yenilendiği, toplumun değişim dinamiğine uygun hareket ettiği de ortada bir gerçek olarak duruyorsa CHP ile yenilenmeyi bırakın vesayetlerin hüküm sürdüğü eskiye dönüş sağlanır.
Kaldı ki Etyen Mahçupyan'ın tüm bu söyledikleri siyaseten doğru çıkmış olsaydı dahi CHP'nin koalisyon görüşmelerinde deyim yerindeyse Erdoğan'ın kellesini istemesi AK Parti'nin nasıl bir şekilde yenileneceğini gösterir?
AK Parti'nin kurucu lideri olan Erdoğan'ı yargılatmak için elinden geleni ardına koymayan bir CHP'yle ancak “Erdoğan'sız bir Türkiye'nin” temelleri atılırdı, bu da seçilmişlerin yine bürokratik vesayetle ortadan kaldırıldığı yeni bir vesayet rejimini ortaya çıkarırdı.
Demek istediğim siyasetin matematik gibi kesin bir sonucu olmadığı ve bazen siyasetteki doğruculuğu elimizin tersiyle itmemiz gerektiğinden başka bir şey değil.
Ayrıca Etyen Mahçupyan'ın “AK Parti CHP'yle meşruiyet” kazanır sözü halkın 2002'den bu yana AK Parti'ye vermiş olduğu oyların ve bu oylarla tek başına iktidara gelen bir partinin gayrı meşru olduğunu mu gösteriyor?
Siyaset bilimi açısından da bir partinin bir partiyle koalisyonu hiçbir partiye meşruiyet kazandırmadığı gibi meşruiyet zeminini sandıkta ve dolayısıyla demokrasi de aramak daha sağlıklı bir yol alacaktır. Bu da zaten halkın meşruiyetidir, o halk da AK Parti'yi tek başına iktidar yapmıştır.
Bununla birlikte Etyen Mahçupyan'ın 21 Temmuz'da yazmış olduğu “Doğu Fundamentalizmi” yazısında da katılmadığım birçok nokta var.
Bu yazısında Mahçupyan AK Partili'lerin doğu fundamentalizminden kurtulması gerektiğini söyleyerek, Batı'yı ötekileştirmemesi gerektiğini ifade ediyor.
Bir kere sosyolojik açıdan incelendiğinde AK Parti'nin tabanı muhafazakar bir taban. Yine sosyo-politik açıdan incelendiğinde AK Parti tabanının içinde bireysel olarak fundamentalist kişiler olabileceği gibi tüm tabanı bu şekilde yorumlamak bence AK Parti tabanını tanımamaktan öteye gitmez.
Etyen Mahçupyan AK Parti tabanıyla ne kadar haşır neşir bilemiyorum ama benim tanıdığım bu taban fundamentalist bir tabana sahip olsaydı açıkçası bu mahalle ve taban beni kabul etmediği gibi AK Parti'nin toplumu ve Türkiye'yi dönüştürücü bir güç olduğunu söylemek zor olurdu.
Kaldı ki Türkiye'de fundamentalist tabana sahip bir parti yok, bireysel kişiler olsa da bunlar en fazla siyasal olarak dernek/cemaat çatısı altında buluşuyorlar ve onun dışında da böyle bir sosyolojik yapı çok çok azınlıkta.
Böyle tabana sahip olmayan bir partinin doğu fundamentalizmini destekleyeceğini düşünmüyorum. Kendisinin ait olmadığı bir fikri ya da görüşü bu tabanının destekleyeceği de beklenemez zaten.
Bilakis bu taban fundamentalizmi reddederek bugünlere gelmiş ve tek başına siyasetin sahnesine oturmuştur. Kısacası kendini değiştirerek kitlesel bir alana yayılmış taban çoğunlukta muhafazakar olsa da içinde solcusunu, sağcısını, liberalini, dindarını her ölçüden barındıran ve birbiriyle hoşgörüyle yaşayan bir Türkiye mozaiğini önce kendi içinde icra etmiştir.
Aynı yazıda CHP'nin arkaiklerinden de muhafazakarları sorumlu tutuyor Mahçupyan. Bunun muhafazakarlarla bir alakası olmadığını düşünüyorum. Bu arkaiklerin tamamen İslamofobi'ye batmalarından ötürü kendi kendine arkaikliğe dönüşmüş ve dindarlarla eşitlenmemek adına kendilerine bir kalkan tutmuşlardır.
Ayrıca yazının içinde CHP'nin “yeterince yerel” olduğunu ifade etmesi de sorunlu bir cümle. CHP modernizmin içine batan ve tamamen şekilci bir dünya yapısına sahip bir zihniyete tabi olan parti olduğuna göre Batı'yı da şeklen yorumladığı gibi bu durum da bu toprakların yerelliğine uygun bir görüş açısı olmaktan uzak.
AK Parti tabanının doğu fundamentalizmini desteklememesinin başka bir boyutu da bu tabanın Özal, Demirel, Çiller tabanına sahip olduğu gerçeği. Ve bu taban AK Parti de belki de muhafazakarlıktan ziyade ekonomik ve insan hakları temelli iyileştirmeleri gördüğü için duruyor. Bunu da unutmamak lazım.
Ayrıca kolonyalizme meşruiyet çıkaran Batıcılığı bu noktada CHP ile sağlamak mümkün olacaksa Etyen Mahçupyan neden kendisinin ifade ettiği doğu fundamentalizmine sahip bu AK Parti'nin politikalarını destekliyor?
CHP ile AK Parti'yi değiştirmek, yenilemek, Batıcı olmaya sevk etmekse mesele kısa yoldan CHP'nin tek başına iktidar olmasını da destekleyebilir. Tüm bunlar CHP ile sağlanacaksa AK Parti'yle koalisyondan ziyade bu daha kısa bir yoldur.
Yine Etyen Mahçupyan 19 Kasım'da yazmış olduğu bir yazıda AK Parti'nin seçimin ertesinde başkanlık sistemi tartışmasını yapmış olmasını talihsiz bir durum olarak açıklıyor ve bence yine yanılıyor.
1 Kasım da çıkan sonuç her ne kadar AK Parti'yi tek başına iktidar yapmış ve Türkiye'deki belirsizlik süreci kapanmış olsa da bir sistem krizini beraberinde getirmiştir. Bu sistem krizi Erdoğan ve AK Parti'nin aynı fikirlerinden dolayı pek gözükmese de çift başlı bu de facto durumun siyasal ve hukuksal bir meşruiyet alanına oturmasına ihtiyacı gösterir.
Ve seçimin hemen akabinde bunun tartışması da pek tabi ki yapılacaktır. Hatta Cumhurbaşkanı'nın halkın seçmesinden sonra yapılmaması da ayrı bir zaman kaybıdır ve bu noktada dünya üzerindeki siyaset literatüründe bu sisteme alternatif başkanlık sisteminden başka bir model yoktur.
Bu başkanlık sistemini tartışmak da hak etmekle alakalı değil Türkiye'yi geleceğe taşımakla alakalıdır ve bu tartışmanın olgunlaşması için de Türkiye 7 Haziran – 1 Kasım arası süreçleri yaşamaması adına gerekli olan bir durumdur.
Her ne kadar bunu Etyen Mahçupyan yazmış olsa da kendisi de 20 gün sonra başkanlık sistemiyle ilgili yazılarını yazmaya başlamıştır. Acaba AK Parti 20 gün sonra başkanlık sistemini tartışmayı mı hak etmiştir? 20 gün arasında ne değişmiştir de hak etme sağlanmıştır?
Etyen Mahçupyan yine de başkanlık sistemini mecburiyetten ötürü kerhen savunuyor olsa da Türkiye'de tartışılması gereken en önemli mesele olan başkanlık sistemiyle ilgili hala daha yazı yazmayanlara göre daha ileri bir pozisyondadır.
Şimdi böyle bir yazı yazdım diye demediğini bırakmayacak olanlar elbette ki çıkacaktır. Bunu da normal karşılıyorum. Ama zaten ben inandığım doğruları hiçbir hesap kitap dahilinde olmadan “yalnız” kalmak pahasına yazdığımı da belirteyim.
Türkiye'de entelektüel ve akademik lobinin aksine bu ülkenin halkının çok daha sağlıklı ve faydalı düşünebildiğini görüyorum. Bu ülkenin halkı gerçekten bu lobilerin çok çok üstünde bir bakış açısına ve birikime sahiptir.
Hiç değilse bu halkı “sen kimsin, ne bilirsin” gibi aşağılamak da ayrı bir Kemalist ve elit bakışı içerir. Açıkçası bana soracak olursanız bu halkın sağduyusu entelektüel ve akademik lobinin çok çok ilerisindedir.
Bu düşüncelerimi her türlü siyasal pozisyona yatırım yapan ve kutuplaştık yaygarasıyla Erdoğan'sız Türkiye'nin temellerini atmaya çalışan uzlaşmacı tayfa küfür ve hakaretle karşılayacaktır. Yine de “yalnız” kalma pahasına inandıklarımdan vazgeçmeyeceğim.
Sezai Karakoç'un “Ey Sevgili” şiirini harika bir şekilde okuyan Erdoğan'ın da dediği gibi: “Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır/yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır”…