Geçenlerde Trump, ABD'deki Meksikalılar için "tecavüzcü ve suça eğilimli" deyince Meksikalı komedyenler 2016 ABD Başkanlık seçimleri aday adayı Donald Trump ile bir tiyatro oyununda dalga geçmiş.
"Los Hijos de Trump" adlı oyunda Trump olarak canlandırılan zengin karakter oğullarını çalmaya, insanları aldatmaya ve zafere ulaşmak için her yolu denemeye çağırıyor.
Gerçi tiyatronun oyuncuları Trump'un göçmen karşıtı kampanyasında Meksikalılar için kullandığı tanımlamaların ABD'de oldukça kabul gördüğünü, ancak Meksikalıların bunu ciddiye almadığını söylüyorlar.
Anlayacağınız Meksikalılar son derece rahat, Trump'ı fazla ciddiye almadan kapalı gişe oynanan bir oyunda Trump'a kıvrak zekalarıyla cevabı yapıştırmışlar. Bizde ki Y kuşağı gezizekalılar da kendilerinin çok komik olduğunu düşünürler, her ne kadar espri anlayışları Demirtaş'ın sazlı sulu esprilerine tekabül etse de bu düşüncelerinden onları vazgeçirmeniz mümkün değildir, devrimin son tahlilinde onlar ne düşünürse haklıdırlar çünkü.
Tabi Trump'ın bu dediğini Erdoğan ülkedeki malum gruplara deseydi muhtemelen şimdiden tencereler, tavalar çalmaya başlamış, “Türkiye diktatörleşiyor” yaygaraları yurdun dört bir yanını sarmıştı çoktan.
Meksikalılar gibi mizahi bir dille de cevap vermek yerine anca duvarları spreyle boyayıp merdivenleri de rengarenk yapmayı bir devrim ödevi kabul edip “diktatörlüğe” karşı amansız bir mücadeleye girişmekten kendilerini almaları mümkün olmazdı.
Her haltı yerlerdi ama bunlara destek veren bazı sanatçılar “Erdoğan mizahımızı ve sanatımızı yok etmek istiyor” diyerek ağlama korolarına ses verirlerdi. Onlar da her haltı yaparlardı ama sordukların da “sanatçı şöyledir, böyledir” demenin dayanılmaz hafifliği Beyoğlu'nda gündüz devrim yapıp gece de bira merasimleri düzenleyenlerin arasında bir meşruiyet aracıydı ne de olsa.
İsmet Paşa döneminde ise her haltı yemek o kadar mümkün olmazdı tabi.
Bununla ilgili iki çift laf söyleyemezler, çünkü söylemek için iki sayfa kitap karıştırmak gerekir, onlar da alkol yasakları için barikat kurmakla meşgul olduklarından bu tarz şeylerle işleri olmaz.
Vatan Gazetesi 7 Aralık 1942 tarihinde Charlie Chaplin'in New York radyosunda Hitler'i eleştiren konuşmasını haber olarak yayınladı. Haberin yanında da Hitler'i eşeğe benzeten bir karikatüre yer verdi.
Bu haberin yayınından sonra Vatan Gazetesi 8 Aralık 1942 tarihinden itibaren 60 gün süreyle kapatıldı. Gazetenin kapatılmasına ilişkin Hükümet kararında, gazete yayınının "açıkça kışkırtıcı neşriyatından” dolayı durdurulduğu açıklanarak, yayınla Hitler'in eleştirildiği, küçük düşürüldüğü vurgulandı.
İsmet Paşa daha sonradan yazmış olduğu hatıratta gazetenin yaptığının “tahrik” olduğunu açıklar. Yine de bu araştırma kısmını Koray Çalışkan'a bırakıyorum, kendisinin 1 Kasım'la ilgili seçim tahminlerinden sonra bu toprakların yetiştirdiği en büyük araştırmacı olduğu kanıtlandı çünkü.
Tabi hikâye bu kadar sınırlı değil. 3 sene öncesi 20 Nisan 1939'a gittiğimizde Hitler'in 50. yaş gününde Türkiye'den de çok özel konukları vardı. CHP ve aynı zamanda hükümet yönetimi doğum gününe bir heyetle katılmayı kararlaştırmış, heyette, Cumhuriyet Gazetesinin Sahibi ve Baş Yazarı Yunus Nadi, dönemin Nafıa Vekili General Ali Fuat Cebesoy, Yazar ve Ankara Milletvekili Falih Rıfkı Atay, Dışişleri Vekili Necmettin Sadak, General Pertev Demirhan ve Orgeneral Asım Gündüz yer almışlardı.
Dönemin Cumhuriyet Gazetesi (şimdiler de genellikle PKK'nın terör örgütü olmasından daha çok ekolojik yapısıyla ilgileniyor) ise olayı bir gün sonra şöyle haberleştirmişti: “Öğleden sonra saat 17.00'da Hariciye Nezareti'nde mükelef bir çay ziyafeti verilmiştir. 23 devletin murahhasları Berlin'deki elçiler ve yüksek Alman ricali ziyafette hazır bulunmuşlardır. Türkiye Nafıa vekili General Ali Fuad'ın riyasetindeki murahhas heyet de Hitler'e takdim edilmiştir. Almanya Devlet reisi (Hitler) Türk heyet-i azasının teker teker ellerini sıkmış ve kendilerine iltifatta bulunmuştur. Türk murahhasları diğer Alman ricali tarafından da büyük hüsnü kabul görmüştür. Mareşal Göring bu münasebetle kısa bir hitabede bulunarak Hitler'in Alman tarihinde tesadüf edilen en büyük adam olduğunu söylemiştir.”
Heyette yer alan Falih Rıfkı Atay, Almanya'dan döndükten sonra Hitler'in doğum günü kutlamalarını ve beş çayını ise şöyle anlatmıştı: “Hitler'in ellinci yıldönümü şenliklerine Türkiye de davetliydi. General Ali Fuat Cebesoy'un reisliği altındaki heyetle birlikte Berlin'e gidenler arasında ben de vardım. Şehir sırma, silah ve kibir kadar koyu bir gurur içindeydi. Harbin yüzümüze soluduğunu hissediyorduk. Başbakanlık sarayının somaki sütunları arasında mavi gözlü Hitler ellerimizi sıktı. Sonra hep beraber şeref salonuna geçtik. Heyet reislerini birer birer karşısına götürdüler. Kimine tatlı kimine acı baktı. Balkan memleketlerinden birinin dış bakanına çıkıştığını bile gördük. Osmanlı padişahlarının Yedikule günlerini hatıra getiren korkulu bir hava idi. Ali Fuad Cebesoy hepsinden talihli çıktı. Hitler onunla konuştuğu sırada güler yüzünü ve sıcak bakışını takındı”
Bizim Y kuşağı tabi ki her zaman olduğu gibi yine okumamıştır ama Solmaz Kamuran'ın “Çanakkale Rüzgarı” adlı kitabında bu olaydan bahsedilir ve hatta Kamuran kitabında bahsettiği konunun altyapısını vermiş olduğu bir röportaj da şu şekilde açıklamıştır: “… Türkiye'de pek konuşulmayan iki konuyu romanıma aldım. Bunlar başta da bahsettiğim Hitler'in 50. doğum günü partisi ve tam da o yıllara denk gelen Trakya olayları ve 20 Kura olayı. Bu olayda Türkiye'deki azınlıklar aynen Almanların yaptığı gibi baskı altına alınmıştı. 20 ile 44 yaş arasındaki Yahudi, Ermeni ve Rumlar askerliklerini yapmış olsalar da silah altına alınıp toplama kampı benzeri yerlerde çalıştırılmışlardı. Bu askerlere silah verilmediği gibi ordu üniforması da verilmemişti. Yunanistan'dan alındığı söylenen çöpçü üniforması benzeri kahverengi bir giysi giydirilmişti. Bunlar daha Varlık Vergisi öncesi uygulamalar. Vitali Hakko o dönemde zorla orduya alınıp bu uygulamaları yaşayan azınlıklardan biriydi örneğin.”
Konunun devamını öğrenmek isteyenler kitabı bir yerden edinip okuyabilirler ya da Google'da kısa bir tarama yapabilirler.
Kısacası İstanbul Sermayesi'nin Şefi Aydın Doğan'a tek söz etmeden “Kahrolsun Emperyalizm” sloganları atıp Erdoğan'ı diktatöre benzeterek “Faşizme Karşı Omuz Omuza” demek işin kolay tarafı.
E tabi kültürel olarak kodlarınız ve Türkiye'de hali hazırda iktidarlar değişse de değişmeyen kültürel iktidarınız bu durumu müsait kılıyor. (Bu arada kültürel iktidar demişken İsmail Kılıçarslan'a selam olsun)
Göçmen karşıtı Trump'tan İsmet Paşa'ya atladığımın farkındayım ama “İsmet kim ki!” diyecek halimiz de yoktu hani.
Her yazının sonunda anmadan edemediğim “Koray Çalışkan kim ki!” diyecek halimiz olmadığı gibi.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ekin Gün
İsmet Paşa ve Charlie Chaplin
Geçenlerde Trump, ABD'deki Meksikalılar için "tecavüzcü ve suça eğilimli" deyince Meksikalı komedyenler 2016 ABD Başkanlık seçimleri aday adayı Donald Trump ile bir tiyatro oyununda dalga geçmiş.
"Los Hijos de Trump" adlı oyunda Trump olarak canlandırılan zengin karakter oğullarını çalmaya, insanları aldatmaya ve zafere ulaşmak için her yolu denemeye çağırıyor.
Gerçi tiyatronun oyuncuları Trump'un göçmen karşıtı kampanyasında Meksikalılar için kullandığı tanımlamaların ABD'de oldukça kabul gördüğünü, ancak Meksikalıların bunu ciddiye almadığını söylüyorlar.
Anlayacağınız Meksikalılar son derece rahat, Trump'ı fazla ciddiye almadan kapalı gişe oynanan bir oyunda Trump'a kıvrak zekalarıyla cevabı yapıştırmışlar.
Bizde ki Y kuşağı gezizekalılar da kendilerinin çok komik olduğunu düşünürler, her ne kadar espri anlayışları Demirtaş'ın sazlı sulu esprilerine tekabül etse de bu düşüncelerinden onları vazgeçirmeniz mümkün değildir, devrimin son tahlilinde onlar ne düşünürse haklıdırlar çünkü.
Tabi Trump'ın bu dediğini Erdoğan ülkedeki malum gruplara deseydi muhtemelen şimdiden tencereler, tavalar çalmaya başlamış, “Türkiye diktatörleşiyor” yaygaraları yurdun dört bir yanını sarmıştı çoktan.
Meksikalılar gibi mizahi bir dille de cevap vermek yerine anca duvarları spreyle boyayıp merdivenleri de rengarenk yapmayı bir devrim ödevi kabul edip “diktatörlüğe” karşı amansız bir mücadeleye girişmekten kendilerini almaları mümkün olmazdı.
Her haltı yerlerdi ama bunlara destek veren bazı sanatçılar “Erdoğan mizahımızı ve sanatımızı yok etmek istiyor” diyerek ağlama korolarına ses verirlerdi. Onlar da her haltı yaparlardı ama sordukların da “sanatçı şöyledir, böyledir” demenin dayanılmaz hafifliği Beyoğlu'nda gündüz devrim yapıp gece de bira merasimleri düzenleyenlerin arasında bir meşruiyet aracıydı ne de olsa.
İsmet Paşa döneminde ise her haltı yemek o kadar mümkün olmazdı tabi.
Bununla ilgili iki çift laf söyleyemezler, çünkü söylemek için iki sayfa kitap karıştırmak gerekir, onlar da alkol yasakları için barikat kurmakla meşgul olduklarından bu tarz şeylerle işleri olmaz.
Vatan Gazetesi 7 Aralık 1942 tarihinde Charlie Chaplin'in New York radyosunda Hitler'i eleştiren konuşmasını haber olarak yayınladı. Haberin yanında da Hitler'i eşeğe benzeten bir karikatüre yer verdi.
Bu haberin yayınından sonra Vatan Gazetesi 8 Aralık 1942 tarihinden itibaren 60 gün süreyle kapatıldı. Gazetenin kapatılmasına ilişkin Hükümet kararında, gazete yayınının "açıkça kışkırtıcı neşriyatından” dolayı durdurulduğu açıklanarak, yayınla Hitler'in eleştirildiği, küçük düşürüldüğü vurgulandı.
İsmet Paşa daha sonradan yazmış olduğu hatıratta gazetenin yaptığının “tahrik” olduğunu açıklar. Yine de bu araştırma kısmını Koray Çalışkan'a bırakıyorum, kendisinin 1 Kasım'la ilgili seçim tahminlerinden sonra bu toprakların yetiştirdiği en büyük araştırmacı olduğu kanıtlandı çünkü.
Tabi hikâye bu kadar sınırlı değil. 3 sene öncesi 20 Nisan 1939'a gittiğimizde Hitler'in 50. yaş gününde Türkiye'den de çok özel konukları vardı. CHP ve aynı zamanda hükümet yönetimi doğum gününe bir heyetle katılmayı kararlaştırmış, heyette, Cumhuriyet Gazetesinin Sahibi ve Baş Yazarı Yunus Nadi, dönemin Nafıa Vekili General Ali Fuat Cebesoy, Yazar ve Ankara Milletvekili Falih Rıfkı Atay, Dışişleri Vekili Necmettin Sadak, General Pertev Demirhan ve Orgeneral Asım Gündüz yer almışlardı.
Dönemin Cumhuriyet Gazetesi (şimdiler de genellikle PKK'nın terör örgütü olmasından daha çok ekolojik yapısıyla ilgileniyor) ise olayı bir gün sonra şöyle haberleştirmişti: “Öğleden sonra saat 17.00'da Hariciye Nezareti'nde mükelef bir çay ziyafeti verilmiştir. 23 devletin murahhasları Berlin'deki elçiler ve yüksek Alman ricali ziyafette hazır bulunmuşlardır. Türkiye Nafıa vekili General Ali Fuad'ın riyasetindeki murahhas heyet de Hitler'e takdim edilmiştir. Almanya Devlet reisi (Hitler) Türk heyet-i azasının teker teker ellerini sıkmış ve kendilerine iltifatta bulunmuştur. Türk murahhasları diğer Alman ricali tarafından da büyük hüsnü kabul görmüştür. Mareşal Göring bu münasebetle kısa bir hitabede bulunarak Hitler'in Alman tarihinde tesadüf edilen en büyük adam olduğunu söylemiştir.”
Heyette yer alan Falih Rıfkı Atay, Almanya'dan döndükten sonra Hitler'in doğum günü kutlamalarını ve beş çayını ise şöyle anlatmıştı: “Hitler'in ellinci yıldönümü şenliklerine Türkiye de davetliydi. General Ali Fuat Cebesoy'un reisliği altındaki heyetle birlikte Berlin'e gidenler arasında ben de vardım. Şehir sırma, silah ve kibir kadar koyu bir gurur içindeydi. Harbin yüzümüze soluduğunu hissediyorduk. Başbakanlık sarayının somaki sütunları arasında mavi gözlü Hitler ellerimizi sıktı. Sonra hep beraber şeref salonuna geçtik. Heyet reislerini birer birer karşısına götürdüler. Kimine tatlı kimine acı baktı. Balkan memleketlerinden birinin dış bakanına çıkıştığını bile gördük. Osmanlı padişahlarının Yedikule günlerini hatıra getiren korkulu bir hava idi. Ali Fuad Cebesoy hepsinden talihli çıktı. Hitler onunla konuştuğu sırada güler yüzünü ve sıcak bakışını takındı”
Bizim Y kuşağı tabi ki her zaman olduğu gibi yine okumamıştır ama Solmaz Kamuran'ın “Çanakkale Rüzgarı” adlı kitabında bu olaydan bahsedilir ve hatta Kamuran kitabında bahsettiği konunun altyapısını vermiş olduğu bir röportaj da şu şekilde açıklamıştır: “… Türkiye'de pek konuşulmayan iki konuyu romanıma aldım. Bunlar başta da bahsettiğim Hitler'in 50. doğum günü partisi ve tam da o yıllara denk gelen Trakya olayları ve 20 Kura olayı. Bu olayda Türkiye'deki azınlıklar aynen Almanların yaptığı gibi baskı altına alınmıştı. 20 ile 44 yaş arasındaki Yahudi, Ermeni ve Rumlar askerliklerini yapmış olsalar da silah altına alınıp toplama kampı benzeri yerlerde çalıştırılmışlardı. Bu askerlere silah verilmediği gibi ordu üniforması da verilmemişti. Yunanistan'dan alındığı söylenen çöpçü üniforması benzeri kahverengi bir giysi giydirilmişti. Bunlar daha Varlık Vergisi öncesi uygulamalar. Vitali Hakko o dönemde zorla orduya alınıp bu uygulamaları yaşayan azınlıklardan biriydi örneğin.”
Konunun devamını öğrenmek isteyenler kitabı bir yerden edinip okuyabilirler ya da Google'da kısa bir tarama yapabilirler.
Kısacası İstanbul Sermayesi'nin Şefi Aydın Doğan'a tek söz etmeden “Kahrolsun Emperyalizm” sloganları atıp Erdoğan'ı diktatöre benzeterek “Faşizme Karşı Omuz Omuza” demek işin kolay tarafı.
E tabi kültürel olarak kodlarınız ve Türkiye'de hali hazırda iktidarlar değişse de değişmeyen kültürel iktidarınız bu durumu müsait kılıyor. (Bu arada kültürel iktidar demişken İsmail Kılıçarslan'a selam olsun)
Göçmen karşıtı Trump'tan İsmet Paşa'ya atladığımın farkındayım ama “İsmet kim ki!” diyecek halimiz de yoktu hani.
Her yazının sonunda anmadan edemediğim “Koray Çalışkan kim ki!” diyecek halimiz olmadığı gibi.