Tahir Elçi hayatını kaybetmeden önce 4 Ekim'de Aydınlık gazetesine bir röportaj vermiş ve yayınlanmasını istemediği o röportaj da şöyle diyordu: “Halk savaşı diye ifade ettikleri durum, halka zarar verdi. Kürt aydını PKK'yı desteklemek zorunda, çünkü adı üzerinde ‘Kürt'!Açıkça söylemek gerekirse Kürt aydını da bu milliyetçilikten besleniyor. Yani varlığı Kürt halkına bağlı.”
PKK'ya yönelik eleştirilerini içeren bu röportajın yayınlanmasını istememişti Tahir Elçi.
İstememek de haklıydı belki de.
Diyarbakır'da yaşayıp da, özellikle Baro Başkanı gibi bir mevki makama sahip olup PKK'yı eleştirmek her babayiğidin harcı değildi elbette ki.
Ama her şeye rağmen PKK'ya ilişkin eleştirilerini ulusal kamuoyuna söylemese de en azından PKK kendisinin eleştirildiğinden haberdardı, devleti de eleştiren ve bu açıdan bakıldığında hiçbir tarafa yamanmayan bir kişilikti Tahir Elçi.
Tüm bunları Temmuz ayından beri savaşı tekrar başlattığını açıklayan PKK'nın şiddet faaliyetlerini görmeyip aksine KCK'nın Tahir Elçi'yi devletin öldürdüğüne yönelik açıklamasını referans alan bazı kalemlere bunları ne kadar anlatsak da pek bir faydası olmayacak.
Görmek isteyene, görmek istemeyip de kör numarası yapana her şey açık seçik ortada. Bunları görmek için de iki çift gözden ziyade vicdana ihtiyacın olduğu da en az olayın görüntüleri kadar ortada.
Bu görüntüleri daha izlemeden hatta daha olay gerçekleşmeden failin devlet olduğunu açıklayan Ahmet Şık paralel yapının o “nurlu” kollarında gezse de PKK'ya laf söylememek için çırpınması da bir anlam ifade etmiyor artık.
Hasan Cemal'in yaşanan her olaydan sonra Paris, Milano'dan üzüntüsünü bildirmesinin içeriğinde PKK'nın adının geçmemesi de artık alışkanlığın ötesinde zihinsel bir bağımlılık.
Oysa olayın birinci dakikasında faili devlet olarak ilan edeceğine görüntüleri izlemiş olsa kaçanlardan birinin YDG-H'lıMahsun Gürkan olduğunu görmesi belki kendisinin durumu anlamasına yardımcı olurdu.
Elbette PKK'nın savaşı başlatmadığı günlerde, PKK tarafından insanların alçakça katledilmediği zaman dilimlerinde Kandil'e gidip de PKK yöneticilerine “aman sakın silah bırakmayın” uyarısında bulunan bir kişiye bunları söylemek de suya yazı yazmakla eşdeğer.
Paralel Yapıların yardımıyla rektör olan ve unvanında profesör bulunan birisinin de çıkıp olayın hemen akabinde “istikrarsızlık 4 koldan yağıyor sanki” demesinin de ne bilimsel bir gerçekliği var ne de ahlakla bağdaşan bir durumu.
PKK tarafından ancak bilimkurgu romanlarına konu olabilecek bir şekilde “kaçırılan” Hüseyin Aygün'ün de olayı “failimeçhul” olarak nitelendirmesi de aklı selim herkes tarafından gülünç sayılabilecek bir olaydan başka bir şey değil.
Öyle ya Doğan Medyası'nın Ezgi Hanım'lı Radikal'inin Twitter hesabından dökülen şu cümleler de bize bir şey anlatıyor olmalı: “İlk ateşi sakallı bir kişi açtı…”
Anlatılanın ise Radikal'in yeni Yasin Börü'lerin peşinde olmasından ve bunu amaçlamasından başka bir şey olmadığını da görmek gerekiyor.
Hele hele Şehit Savcı Kiraz'ın ölümünden sonra yapmış olduğu açıklamalarla en azından bir arpa boyu kadar utanç duymasını beklediğimiz MirgünCabas'ın ise PKK'nın Elçi'yi öldürse bile bunu umursamayacağını belirtip Elçi'yi eleştirenlere bağlaması bir ölümden nasıl siyasi malzeme çıkartma peşinde koştuğunu da göstermiş olmaz mı bize?
Zaten HDP'yi saymaya bile gerek yok… Olaydan hemen bir saat sonra yapmış olduğu açıklamada PKK'nın resmi sözcülüğüne soyunup olayı devlete bağlaması ve IŞİD'in, El Kaide'nin geçtiği basın açıklamasında PKK'dan bir cümle dahi söz edilmemesi de tarihin sayfalarına not olarak düşüldü çoktan.
Her ne kadar araştırmaları ve metodolojileriyle ün salsa da Koray Çalışkan da PKK'dan bahsetmeyi bırakın böyle bir zamanda sükutun altın değerinde olduğunu bilip de bunu beceremeyenlerden. Siyasal bir kaos yaratıp bunu o “meşhur araştırmaları” için malzeme edecek olanlardan olduğunu aleni bir şekilde açıkladı. Bu sefer güldürdüğünü söyleyemeyecek kadar durum ciddi.
Olayın hemen ertesi günü BirGün'ün kaçak güreşerek “karanlık” diyerek nitelediği AK Parti iktidarını Özgür Gündem “SarayKurşunu” ile daha açık seçik bir şekilde tamamlamış oldu.
Tahir Elçi'nin bedeni soğumadan, daha otopsi raporları çıkmadan manşetlerden dizayn operasyonunun bir parçası olup bunun üzerinden siyasi bir rant amacı taşımalarını da tüm Türkiye görmüş oldu.
Tahir Elçi'nin cenazesinde onun ölümüne sebep olacak terörize ortamı yaratan, hendekler kazan PKK, tabutun üstündeki ayetli örtüyü atıp PKK bayrağını asma izansızlığında da bulundu.
Bir ölümü daha kendi siyasal malzemelerine alet edecek kadar ahlak seviyeleri çukurlaştı, bir ölümü daha siyasal bir kategorizasyonla kendilerine yamamayı başardılar.
Evet farkındayım bu saatten sonra bu kötülükleri yapanların değişeceği ya da bunların muhatap alınabileceği bir düzlem yok.
Bunlar artık yaratmış oldukları ve savundukları karanlık dehlizlerinde boğulmaya ve bir ölüm de dahi amaçlarının ülkeyi nasıl kaosa sürüklemeyi başarabilirizin düşünme aşamasında olan insanlar.
Kötülüklerini sınayacak teknolojik bir alette icat edilmedi henüz.
Hiç değilse susmayı başaramasalar da Tahir Elçi'nin o son vasiyetini yerine getirmek için Tahir Elçi kadar yürekli olup da PKK'ya iki çift söz etseler…
Hem de Tahir Elçi'nin cümleleriyle: “Bu kadim bölgede artık silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Hendekler kapatılsın!”
Var mı bu çağrıyı yapacak kadar yüreğiniz?
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ekin Gün
Tahir Elçi üzerinden siyasi malzeme üretenler
Tahir Elçi hayatını kaybetmeden önce 4 Ekim'de Aydınlık gazetesine bir röportaj vermiş ve yayınlanmasını istemediği o röportaj da şöyle diyordu: “Halk savaşı diye ifade ettikleri durum, halka zarar verdi. Kürt aydını PKK'yı desteklemek zorunda, çünkü adı üzerinde ‘Kürt'!Açıkça söylemek gerekirse Kürt aydını da bu milliyetçilikten besleniyor. Yani varlığı Kürt halkına bağlı.”
PKK'ya yönelik eleştirilerini içeren bu röportajın yayınlanmasını istememişti Tahir Elçi.
İstememek de haklıydı belki de.
Diyarbakır'da yaşayıp da, özellikle Baro Başkanı gibi bir mevki makama sahip olup PKK'yı eleştirmek her babayiğidin harcı değildi elbette ki.
Ama her şeye rağmen PKK'ya ilişkin eleştirilerini ulusal kamuoyuna söylemese de en azından PKK kendisinin eleştirildiğinden haberdardı, devleti de eleştiren ve bu açıdan bakıldığında hiçbir tarafa yamanmayan bir kişilikti Tahir Elçi.
Tüm bunları Temmuz ayından beri savaşı tekrar başlattığını açıklayan PKK'nın şiddet faaliyetlerini görmeyip aksine KCK'nın Tahir Elçi'yi devletin öldürdüğüne yönelik açıklamasını referans alan bazı kalemlere bunları ne kadar anlatsak da pek bir faydası olmayacak.
Görmek isteyene, görmek istemeyip de kör numarası yapana her şey açık seçik ortada. Bunları görmek için de iki çift gözden ziyade vicdana ihtiyacın olduğu da en az olayın görüntüleri kadar ortada.
Bu görüntüleri daha izlemeden hatta daha olay gerçekleşmeden failin devlet olduğunu açıklayan Ahmet Şık paralel yapının o “nurlu” kollarında gezse de PKK'ya laf söylememek için çırpınması da bir anlam ifade etmiyor artık.
Hasan Cemal'in yaşanan her olaydan sonra Paris, Milano'dan üzüntüsünü bildirmesinin içeriğinde PKK'nın adının geçmemesi de artık alışkanlığın ötesinde zihinsel bir bağımlılık.
Oysa olayın birinci dakikasında faili devlet olarak ilan edeceğine görüntüleri izlemiş olsa kaçanlardan birinin YDG-H'lıMahsun Gürkan olduğunu görmesi belki kendisinin durumu anlamasına yardımcı olurdu.
Elbette PKK'nın savaşı başlatmadığı günlerde, PKK tarafından insanların alçakça katledilmediği zaman dilimlerinde Kandil'e gidip de PKK yöneticilerine “aman sakın silah bırakmayın” uyarısında bulunan bir kişiye bunları söylemek de suya yazı yazmakla eşdeğer.
Paralel Yapıların yardımıyla rektör olan ve unvanında profesör bulunan birisinin de çıkıp olayın hemen akabinde “istikrarsızlık 4 koldan yağıyor sanki” demesinin de ne bilimsel bir gerçekliği var ne de ahlakla bağdaşan bir durumu.
PKK tarafından ancak bilimkurgu romanlarına konu olabilecek bir şekilde “kaçırılan” Hüseyin Aygün'ün de olayı “faili meçhul” olarak nitelendirmesi de aklı selim herkes tarafından gülünç sayılabilecek bir olaydan başka bir şey değil.
Öyle ya Doğan Medyası'nın Ezgi Hanım'lı Radikal'inin Twitter hesabından dökülen şu cümleler de bize bir şey anlatıyor olmalı: “İlk ateşi sakallı bir kişi açtı…”
Anlatılanın ise Radikal'in yeni Yasin Börü'lerin peşinde olmasından ve bunu amaçlamasından başka bir şey olmadığını da görmek gerekiyor.
Hele hele Şehit Savcı Kiraz'ın ölümünden sonra yapmış olduğu açıklamalarla en azından bir arpa boyu kadar utanç duymasını beklediğimiz MirgünCabas'ın ise PKK'nın Elçi'yi öldürse bile bunu umursamayacağını belirtip Elçi'yi eleştirenlere bağlaması bir ölümden nasıl siyasi malzeme çıkartma peşinde koştuğunu da göstermiş olmaz mı bize?
Zaten HDP'yi saymaya bile gerek yok… Olaydan hemen bir saat sonra yapmış olduğu açıklamada PKK'nın resmi sözcülüğüne soyunup olayı devlete bağlaması ve IŞİD'in, El Kaide'nin geçtiği basın açıklamasında PKK'dan bir cümle dahi söz edilmemesi de tarihin sayfalarına not olarak düşüldü çoktan.
Her ne kadar araştırmaları ve metodolojileriyle ün salsa da Koray Çalışkan da PKK'dan bahsetmeyi bırakın böyle bir zamanda sükutun altın değerinde olduğunu bilip de bunu beceremeyenlerden. Siyasal bir kaos yaratıp bunu o “meşhur araştırmaları” için malzeme edecek olanlardan olduğunu aleni bir şekilde açıkladı. Bu sefer güldürdüğünü söyleyemeyecek kadar durum ciddi.
Olayın hemen ertesi günü BirGün'ün kaçak güreşerek “karanlık” diyerek nitelediği AK Parti iktidarını Özgür Gündem “Saray Kurşunu” ile daha açık seçik bir şekilde tamamlamış oldu.
Tahir Elçi'nin bedeni soğumadan, daha otopsi raporları çıkmadan manşetlerden dizayn operasyonunun bir parçası olup bunun üzerinden siyasi bir rant amacı taşımalarını da tüm Türkiye görmüş oldu.
Tahir Elçi'nin cenazesinde onun ölümüne sebep olacak terörize ortamı yaratan, hendekler kazan PKK, tabutun üstündeki ayetli örtüyü atıp PKK bayrağını asma izansızlığında da bulundu.
Bir ölümü daha kendi siyasal malzemelerine alet edecek kadar ahlak seviyeleri çukurlaştı, bir ölümü daha siyasal bir kategorizasyonla kendilerine yamamayı başardılar.
Evet farkındayım bu saatten sonra bu kötülükleri yapanların değişeceği ya da bunların muhatap alınabileceği bir düzlem yok.
Bunlar artık yaratmış oldukları ve savundukları karanlık dehlizlerinde boğulmaya ve bir ölüm de dahi amaçlarının ülkeyi nasıl kaosa sürüklemeyi başarabilirizin düşünme aşamasında olan insanlar.
Kötülüklerini sınayacak teknolojik bir alette icat edilmedi henüz.
Hiç değilse susmayı başaramasalar da Tahir Elçi'nin o son vasiyetini yerine getirmek için Tahir Elçi kadar yürekli olup da PKK'ya iki çift söz etseler…
Hem de Tahir Elçi'nin cümleleriyle: “Bu kadim bölgede artık silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Hendekler kapatılsın!”
Var mı bu çağrıyı yapacak kadar yüreğiniz?