Himmet Bey şehirlerarası otobüse biner binmez yüzü asıldı:
"Kahretsin ben bir arka sırayı istemiştim. Gene onun önündeki koltukları vermişler." dedi. Selvâ Hanım ve oğlu Âdem hiç dert etmeden yerlerine oturdular. Âdem otobüse binmeden hemen önce WC'ye koşmuş, sonra da annesine tost ve meyve suyu aldırmış, onları yiyip içiyordu. Babası kaşlarını kaldırmış hem koltuğa hem de Âdem'e öfkeyle söyleniyordu: - Beş gündür ayak üstündeyim. Yolda uyuyayım diye biletçiye orta kapının önü dedik. Gene istediğim yer olmadı. Âdem, ziftin pekini ye sen de. Bunu yiyince yine tuvalete koşacaksın. Gelirken yine acıktım diyeceksin. Bu kısırdöngü hiç bitmeyecek. Selvâ Hanım oğlunu savunmaya çalıştı: -Uzun yol, acıkırsa durmaz yerinde. -Doyunca duracak mı sanki? Alma şuna her istediğini diyorum dinlemiyorsun. Şımart bakalım nereye kadar gidecek böyle. Kime söylüyorum ki. Çocuk eğitiminden bihaber, ben söylüyorum duyan yok.
Selvâ Hanım kocasının söylenmelerinin yarısını duymamıştı. Zira telefonunun kulaklığını takmış kulağına, başını koltuğa yaslamış. Camdan tarafa yüzünü dönmüş en sevdiği şeyi yapıyordu. Müzikli hayal kurma oyunu... Gözlerini pencereden dışarıya, ufka dikmiş, ayaklarıyla ve elleriyle de şarkıya ritim tutturuyordu. 8 yaşındaki oğlu Âdem de kulaklığın tekini almış annesiyle birlikte Ahmet Kaya'nın şarkısını mırıldanıyordu: "Düşmüşüm bir kuyuya canım yanıyor. Yaşasam mı ölsem mi karar vermek zor."
Himmet Bey hâlâ oturduğu koltukla kavga ediyordu: "Allah'ın cezası koltuğu bana kakalamışlar. İstemiyom seni, arkaya tam yatmıyo, rahat değilim, sevmedim, nasıl koltuk bu, boş ol, boş ol, boş ol..."
Etrafta boş koltuk var mı diye gözleriyle etrafı 360 derece açıyla 2 defa kolaçan etti. Karşı koridorda tek kişilik bir koltuk boştu. Yastığını alıp geçti. Tam yerleşecekti koltuğa, yuvarlak kafalı, sıfır traşlı, kadın sesli, Yeşilçam'ın Keloğlanı tipinde, hafif tıknaz erkek muavin başında bitti: "Yasak abi, başka koltuğa oturamazsın. Sahibi birazdan gelecek, yerine geç." dedi. "Sahibi gelince geçerim yerime, kalkmayacam." dedi Himmet Bey. "Yassak abi yassak. İstediğin yere geçmek diye bişey yok. Herkes biletini aldığı yere geçecek." dedi.
Selvâ Hanım kulaklığını çıkarıp biraz evvel kendisine laf söyleyen kocasını herşeye rağmen savundu:
-Yasakmış, yasak. Hiç muavin görmedik sanki. Bizim bildiğimiz muavinler kendileri teklif ederler. Lütfen buyurun şöyle, sıkışmayın falan derler.
Yeşilçam'ın Keloğlan'ı traşlı muavini, iki kişiyle birden muhatap olmak istemedi, çay servisine koyuldu. İlginç bir durum hissetti Selvâ Hanım. Bu muavini ailesi ya da otobüs şoförleri çok ezmiş, hırpalamıştı sanki. O da korkunç ve mafya tipinde olmayan, mütevazı görünüşlü, dişini geçirebileceği müşterilerine yasaklar, kurallar koyarak ezilmişliğini unutuyor olmalı. Normal hayatta da çoktur ya. Üstünden azar yeyip, astını azarlayan adamlar. Kocasından dayak yiyip çocuğunu döven kadınlar vs.
Âdem ve annesi servis edilen kahveleri, çayları içiyor, kekleri yiyor. Müzik dinleyerek gülüşüyor. Arada Selvâ Âdem'in saçlarını okşuyordu: "Sen çok fenasın, komik çocuk." diyordu.
Karşı koridordaki koltukta hâlâ ebedi istirahatgahına, huzuruna kavuşamamış olan Himmet Bey karısıyla oğluna bakıyor, alnının en tepesinde gezen kaşları şekilden şekile giriyor, yastığını düzeltiyor ve içinden sürekli dırdır ediyordu:
"Şunlara bak şunlara. Keyife bak keyife. Tabi bilet parasını ben vermişim. 5 gün boyunca Bursa'yı karış karış dolaşıp onu al, bunu sat çalışan, yorulan benim. Hanım Efendi sahil senin, lokanta benim, kızın evi, oğlanın yeri diye fellik fellik gezerken iyi. Benim gibi koştursaydı mümkün mü böyle sere serpe gülüp oynasın. Batardı o koltuk sırtına, taş olurdu yastık. Bak şunlara bak, hiç utanmıyolar da gülüp gülüp sırnaşıyolar birbirlerine. Ne konuşuyolar, ne dinliyolar acaba? Zibidi, serserilerin dinlediği Müslüm şarkıları dinlerdir bu vurdumduymazlar. Ne var bu kadar sırıtıp mutlu olacakları bilsem. Diğer yolcular olmasa ben bilirim onların keyfini kaçırmayı da neyse. Çay, kahve içiyorlar benim halimi hiç düşünmeden. Allah'ım sırt üstü gidecem. Eve gidince ikisine de dünya kaç bucakmış gösterecem. 5 gündür biriktirdiğim dırdırın hepsini bir seferde edecem. Âdem'e 5 kitap okuma cezası verecem. Selvâ'nın da kredi kartına el koyup arabanın anahtarını alacam. Kartı patlatmış gene. Bursa'yı mı gezdin Maldiv'de tatil mi yaptın, istakoz mu yedin, n'aptın kızım sen? Ben kazanıyom bunlar yiyo. Ben kazanıyom, bunlar harcıyo. Kendimi bunlara harcatıyorum. Enayi miyim neyim ben?
Selvâ Hanım bi ara Himmet Bey'in kendilerine baktığını ve kaşlarının hareketinden düşüncelerini hissetti. Usulca oğluna seslendi: -Bize bakıyor. Sanırım kızdı bize. Biz de halimizden memnun değilmiş gibi yapalım. Rahat ve memnun seyehat ettiğimizi düşünürse iyice kinlenir. Âdem ve annesi söylenmeye başladılar:
-Offf açılmıyo mu bu koltuk? Kemeri de diken gibi batıyo. -Her yerimiz mahvoldu. Sıkıştık, sığamadık, herşey kötü, her şey pahalı, çok sıcak ve de bayat. -Kolestrolüm, gizli şekerim, büyük tansiyonum çıktı, migrenim tuttu, ferritinim düştü. İyi değilim. -Demörülüze olduk, psikolojimiz bozuldu, böyle ötöbüs görmedik. Biz uyuyamadık. Sokak köpeklerini de uyutmayın, Senegalli çay işçilerini kovun. Nerde bu devlet, nerde bu millet, Avrupa bizi kıskanıyo, aç millet aççç....
Havva Saraç
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Havva Bütün Saraç
Eve Dönüş
Himmet Bey şehirlerarası otobüse biner binmez yüzü asıldı:
"Kahretsin ben bir arka sırayı istemiştim. Gene onun önündeki koltukları vermişler." dedi.
Selvâ Hanım ve oğlu Âdem hiç dert etmeden yerlerine oturdular. Âdem otobüse binmeden hemen önce WC'ye koşmuş, sonra da annesine tost ve meyve suyu aldırmış, onları yiyip içiyordu. Babası kaşlarını kaldırmış hem koltuğa hem de Âdem'e öfkeyle söyleniyordu:
- Beş gündür ayak üstündeyim. Yolda uyuyayım diye biletçiye orta kapının önü dedik. Gene istediğim yer olmadı. Âdem, ziftin pekini ye sen de. Bunu yiyince yine tuvalete koşacaksın. Gelirken yine acıktım diyeceksin. Bu kısırdöngü hiç bitmeyecek.
Selvâ Hanım oğlunu savunmaya çalıştı:
-Uzun yol, acıkırsa durmaz yerinde.
-Doyunca duracak mı sanki? Alma şuna her istediğini diyorum dinlemiyorsun. Şımart bakalım nereye kadar gidecek böyle. Kime söylüyorum ki. Çocuk eğitiminden bihaber, ben söylüyorum duyan yok.
Selvâ Hanım kocasının söylenmelerinin yarısını duymamıştı. Zira telefonunun kulaklığını takmış kulağına, başını koltuğa yaslamış. Camdan tarafa yüzünü dönmüş en sevdiği şeyi yapıyordu. Müzikli hayal kurma oyunu... Gözlerini pencereden dışarıya, ufka dikmiş, ayaklarıyla ve elleriyle de şarkıya ritim tutturuyordu. 8 yaşındaki oğlu Âdem de kulaklığın tekini almış annesiyle birlikte Ahmet Kaya'nın şarkısını mırıldanıyordu:
"Düşmüşüm bir kuyuya canım yanıyor. Yaşasam mı ölsem mi karar vermek zor."
Himmet Bey hâlâ oturduğu koltukla kavga ediyordu:
"Allah'ın cezası koltuğu bana kakalamışlar. İstemiyom seni, arkaya tam yatmıyo, rahat değilim, sevmedim, nasıl koltuk bu, boş ol, boş ol, boş ol..."
Etrafta boş koltuk var mı diye gözleriyle etrafı 360 derece açıyla 2 defa kolaçan etti. Karşı koridorda tek kişilik bir koltuk boştu. Yastığını alıp geçti. Tam yerleşecekti koltuğa, yuvarlak kafalı, sıfır traşlı, kadın sesli, Yeşilçam'ın Keloğlanı tipinde, hafif tıknaz erkek muavin başında bitti:
"Yasak abi, başka koltuğa oturamazsın. Sahibi birazdan gelecek, yerine geç." dedi.
"Sahibi gelince geçerim yerime, kalkmayacam." dedi Himmet Bey.
"Yassak abi yassak. İstediğin yere geçmek diye bişey yok. Herkes biletini aldığı yere geçecek." dedi.
Selvâ Hanım kulaklığını çıkarıp biraz evvel kendisine laf söyleyen kocasını herşeye rağmen savundu:
-Yasakmış, yasak. Hiç muavin görmedik sanki. Bizim bildiğimiz muavinler kendileri teklif ederler. Lütfen buyurun şöyle, sıkışmayın falan derler.
Yeşilçam'ın Keloğlan'ı traşlı muavini, iki kişiyle birden muhatap olmak istemedi, çay servisine koyuldu. İlginç bir durum hissetti Selvâ Hanım. Bu muavini ailesi ya da otobüs şoförleri çok ezmiş, hırpalamıştı sanki. O da korkunç ve mafya tipinde olmayan, mütevazı görünüşlü, dişini geçirebileceği müşterilerine yasaklar, kurallar koyarak ezilmişliğini unutuyor olmalı. Normal hayatta da çoktur ya. Üstünden azar yeyip, astını azarlayan adamlar. Kocasından dayak yiyip çocuğunu döven kadınlar vs.
Âdem ve annesi servis edilen kahveleri, çayları içiyor, kekleri yiyor. Müzik dinleyerek gülüşüyor. Arada Selvâ Âdem'in saçlarını okşuyordu:
"Sen çok fenasın, komik çocuk." diyordu.
Karşı koridordaki koltukta hâlâ ebedi istirahatgahına, huzuruna kavuşamamış olan Himmet Bey karısıyla oğluna bakıyor, alnının en tepesinde gezen kaşları şekilden şekile giriyor, yastığını düzeltiyor ve içinden sürekli dırdır ediyordu:
"Şunlara bak şunlara. Keyife bak keyife. Tabi bilet parasını ben vermişim. 5 gün boyunca Bursa'yı karış karış dolaşıp onu al, bunu sat çalışan, yorulan benim. Hanım Efendi sahil senin, lokanta benim, kızın evi, oğlanın yeri diye fellik fellik gezerken iyi. Benim gibi koştursaydı mümkün mü böyle sere serpe gülüp oynasın. Batardı o koltuk sırtına, taş olurdu yastık. Bak şunlara bak, hiç utanmıyolar da gülüp gülüp sırnaşıyolar birbirlerine. Ne konuşuyolar, ne dinliyolar acaba? Zibidi, serserilerin dinlediği Müslüm şarkıları dinlerdir bu vurdumduymazlar. Ne var bu kadar sırıtıp mutlu olacakları bilsem. Diğer yolcular olmasa ben bilirim onların keyfini kaçırmayı da neyse. Çay, kahve içiyorlar benim halimi hiç düşünmeden. Allah'ım sırt üstü gidecem. Eve gidince ikisine de dünya kaç bucakmış gösterecem. 5 gündür biriktirdiğim dırdırın hepsini bir seferde edecem. Âdem'e 5 kitap okuma cezası verecem. Selvâ'nın da kredi kartına el koyup arabanın anahtarını alacam. Kartı patlatmış gene. Bursa'yı mı gezdin Maldiv'de tatil mi yaptın, istakoz mu yedin, n'aptın kızım sen? Ben kazanıyom bunlar yiyo. Ben kazanıyom, bunlar harcıyo. Kendimi bunlara harcatıyorum. Enayi miyim neyim ben?
Selvâ Hanım bi ara Himmet Bey'in kendilerine baktığını ve kaşlarının hareketinden düşüncelerini hissetti. Usulca oğluna seslendi:
-Bize bakıyor. Sanırım kızdı bize. Biz de halimizden memnun değilmiş gibi yapalım. Rahat ve memnun seyehat ettiğimizi düşünürse iyice kinlenir.
Âdem ve annesi söylenmeye başladılar:
-Offf açılmıyo mu bu koltuk? Kemeri de diken gibi batıyo.
-Her yerimiz mahvoldu. Sıkıştık, sığamadık, herşey kötü, her şey pahalı, çok sıcak ve de bayat.
-Kolestrolüm, gizli şekerim, büyük tansiyonum çıktı, migrenim tuttu, ferritinim düştü. İyi değilim.
-Demörülüze olduk, psikolojimiz bozuldu, böyle ötöbüs görmedik. Biz uyuyamadık. Sokak köpeklerini de uyutmayın, Senegalli çay işçilerini kovun. Nerde bu devlet, nerde bu millet, Avrupa bizi kıskanıyo, aç millet aççç....
Havva Saraç