Yolculuk, yola çıkmak, dinlenmek, kendini dinlemek ve inzivaya çekilmek benim için yorulan, örselenen beden ve ruhun yenilenmesi anlamlarına geliyor. Günlük vazife ve koşuşturmalardan uzaklaşıp içine dönüp bakmayı sağlayan kısa bir mola, küçük bir fırsat.
Valiz hazırlamak bazen çok yorucu. Yükte hafif pahada ağır dengesini kurmak zor. Herşey lazım olacakmış da sen deprem çantasını yanlış hazırladığın için tsunami olmuş hissini belki her anne yaşamıştır. Yanında küçük çocuk da varsa onun yedek kıyafetleri, oyalanacağı yiyecekler, bağırsakları bozulursa diye aldığın probiyotikler, okunmasını umduğun kitaplar vs. Otobüs hareket edince derin bir "oh" çekersin. Dinlenme vakti başladı.
Beton binalar arasında uçsuz bucaksız yeşillik, mavilik seyretme imkanımız neredeyse hiç yok. Otobüsün penceresinden ova, dağ, bayır, tepe, nehir izlerken tüm düşüncelerini ufka dağıtabilirsin. Kimsenin balkonuna, kapısına, tabelasına, çatısına çarpmaz. Özgürce hayal et. Geçmişle geleceği çarpıştır, şu anı gezdir aralarında. Hele güzel bir şarkı çalıyorsa kulağında, güzel hatıraları ser çayıra, çocukluğunu koştur çimende, umutlarını yüzdür denizde ve ebedilik hissini ölümle birlikte yaşa. Birbirine zıt gibi görünse de öyle değil işte.
Hazır uçsuz bucaksız yeryüzüne yaymışken fikirlerim, at koşturuyor durmadan. İnzivaya ne çok ihtiyacımız varmış meğer. Kafamda sıkışan her cümlenin saçılıp savrulmaya hevesi var. Cebren durdurmuşum ev, yer, müsait değil diye. Sosyal medyada her saniye gözümüze giren, kafatasları parçalanmış, organlarının yarısı içeride yarısı dışarıda Gazzeli çocukların ağrıları saplanırken mideme, yüreğime nereye koyacağımı hiç bilemeden sakladım hafızamda ağırlığı altında ezile büzüle. Onların dertlerini de şu mor tarlalara ekiyorum. Siz ağlamayın artık, çocuklara gülmek, bize düşünmek ve harekete geçmek yaraşır.
Çantama büyük oğlumun iki kitabını atmıştım. Birini açıyorum. Fahrenheit 451, bilimkurgu romanlarından. Popüler kitapları hayranlıkla okuyamıyorum. 40 sayfa okumuşum, hâlâ hiç etkilenmedim. Sonra devam ederim deyip kekle birlikte servis edilen kahvemi içiyorum. Aman Allah'ım! Şehirlerarası otobüs yolculuğunda eskiden alışkın olduğumuz ikram izzet geri mi geliyor? Özlemişiz bu fakir VİP'i seyehatleri...
Jules Payot'un iradeyi doğru kullanmak ve çalışmanın önemini anlattığı kitabını açıyorum bu defa. Kendinin efendisi olmaktan bahsediyor yazar. Yeterince çalışkan ve başarılıysan başkasına eğilmene, dalkavukluk etmene, onur kırıcı davranışlara katlanmak zorunda kalmayacağını anlatıyor. "Yazı uzun düşünme süreçlerinde harika bir destekleyicidir." diyor ve beni o an okumaktan yazmaya ikna ediyor. Salıverdiğim, azad ettiğim düşüncelerimi kağıtın üzerine kurşun kalemimle geri çağırıyorum. Zira telefonum küçük oğlanın elinde. Ona da kitap almıştım oysa. Gösterince omuz silkiyor. Teknolojinin çocuklarımıza prangalar vurarak bu yaşta kendine eğilmiş köleler dizayn ettiğini görüyor ancak etkili çözümler geliştiremiyoruz. Zira dijital oyunların, puanların, ödüllerin, hazların yanında bizim her iyi niyetli teklifimiz ona yavan ve renksiz geliyor.
Kızımla mesajlaşıyorum. Cümle içinde kullandığı "Zorbalamak ve partilemek" gibi kelimelerin Türkçe'ye aykırı olduğunu, bu tip uyduruk kelimelere itibar etmemesi gerektiğini söylüyorum. "Kibarlamak, pikniklemek" ne kadar saçmaysa o da öyle diye misaller de veriyorum. Arapça'yı iyi bilse de Türkçe'ye birazcık yabancı ilahıyatçı kızım çok ikna olmuşa benzemiyor.
İnzivaya dönüş zamanı... Peygamber Efendimiz (sav) Hira'da inziva ve itikafa çekilir, toplumun durumuna üzülür, uzun uzun tefekkür eder, kendince dua edermiş. Peygamberlik vazifesinin verilmesiyle birlikte dünyayı tebliğ ve irşatla değiştiren, güzelleştirmeye devam eden bir lider olmuş. Kendi çocuklarımızın halinden başlayarak tüm gençlik ve insanlık için hayıflanmaktan başka birşey yapamayan biz yetişkinler... İnziva ve itikaf demişken bu kelimelerden herkes aynı şeyi anlamıyor. Ünlü mankenlerden birinin bungalov odada uyuyup uyanıp 24 saat yoga seansına da aynı anlamı yükleyenler var. Turuncu cübbeli Budist şeyhleriyle aydınlanma yaşayan laik Müslümanlar...
Karanlığa saklanıp hangi zulmü hafızamızdan tamamen kazıyabiliyoruz ki. Yine bir yerlerde çocuklar ölüyor, anneler ağlıyor, evler yıkılıyor, aileler dağılıyor. Sorumlular ne yazık ki bu dünyada ya hiç ceza almıyor yahut da beşeri kanunlar cinayet işleyeni kulağını çeker gibi yapıp birkaç yıl içinde topluma geri salıveriyor.
Kimse ne olduğunu anlamıyor ama suçlu, sorumlu öyle ya da böyle hep din oluveriyor. Kızların okuması, evlenmesi, ikinci, üçüncü eş, özgürlük, başörtüsü, kadın hakları gibi çiğneye çiğneye sakıza çevirdikleri yerden İslam'a vurmaya doymayan senaristlerin işgüzarlığı takdire şayan. Sanal dünyada, oyunlara, teknolojiye, hapsedilen çocuklar ve gençler gibi anti-İslamic algılara kaptırılan, beyni yıkana yıkana çekmiş, küçülmüş yetişkinler...
LGBT'yi, pedofiliyi, soyularak sömürülen kadınları, fuhuş, alkol ve uyuşturucu tuzağına çekilen gençleri, Batı medeniyetinin kanlı ve kirli yüzünü anlatan kaliteli bir film hiç çekilmeyecek belli. 17 yaşındaki kızlar zinhar evlenmesin ama sere serpe erkek arkadaşlarıyla birlikte yaşayabilsin mesajını ekranlardan kaç milyon kere izlemişizdir? İmam nikahı kötüdür ancak gayri meşru bebek doğurmak çok masum ve şirin bir girişimdir algısını da. Her kötülüğün mesuliyeti dizilerde kaba softa Müslümanlara aitken ne siyonizme ne de laisizme bir çift lafı olan var. Sözlerimizin kifayetsiz ve tesirsiz kaldığı yerde Peygamber Efendimiz (sav) gibi dua edelim biz de:
"Allâhım! Zâlimleri zalimlerle helak et ve bizi aralarından salimen çıkar, kurtar...
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Havva Bütün Saraç
Kısa Bir Mola
Yolculuk, yola çıkmak, dinlenmek, kendini dinlemek ve inzivaya çekilmek benim için yorulan, örselenen beden ve ruhun yenilenmesi anlamlarına geliyor. Günlük vazife ve koşuşturmalardan uzaklaşıp içine dönüp bakmayı sağlayan kısa bir mola, küçük bir fırsat.
Valiz hazırlamak bazen çok yorucu. Yükte hafif pahada ağır dengesini kurmak zor. Herşey lazım olacakmış da sen deprem çantasını yanlış hazırladığın için tsunami olmuş hissini belki her anne yaşamıştır. Yanında küçük çocuk da varsa onun yedek kıyafetleri, oyalanacağı yiyecekler, bağırsakları bozulursa diye aldığın probiyotikler, okunmasını umduğun kitaplar vs. Otobüs hareket edince derin bir "oh" çekersin. Dinlenme vakti başladı.
Beton binalar arasında uçsuz bucaksız yeşillik, mavilik seyretme imkanımız neredeyse hiç yok. Otobüsün penceresinden ova, dağ, bayır, tepe, nehir izlerken tüm düşüncelerini ufka dağıtabilirsin. Kimsenin balkonuna, kapısına, tabelasına, çatısına çarpmaz. Özgürce hayal et. Geçmişle geleceği çarpıştır, şu anı gezdir aralarında.
Hele güzel bir şarkı çalıyorsa kulağında, güzel hatıraları ser çayıra, çocukluğunu koştur çimende, umutlarını yüzdür denizde ve ebedilik hissini ölümle birlikte yaşa. Birbirine zıt gibi görünse de öyle değil işte.
Hazır uçsuz bucaksız yeryüzüne yaymışken fikirlerim, at koşturuyor durmadan. İnzivaya ne çok ihtiyacımız varmış meğer. Kafamda sıkışan her cümlenin saçılıp savrulmaya hevesi var. Cebren durdurmuşum ev, yer, müsait değil diye. Sosyal medyada her saniye gözümüze giren, kafatasları parçalanmış, organlarının yarısı içeride yarısı dışarıda Gazzeli çocukların ağrıları saplanırken mideme, yüreğime nereye koyacağımı hiç bilemeden sakladım hafızamda ağırlığı altında ezile büzüle. Onların dertlerini de şu mor tarlalara ekiyorum. Siz ağlamayın artık, çocuklara gülmek, bize düşünmek ve harekete geçmek yaraşır.
Çantama büyük oğlumun iki kitabını atmıştım. Birini açıyorum. Fahrenheit 451, bilimkurgu romanlarından. Popüler kitapları hayranlıkla okuyamıyorum. 40 sayfa okumuşum, hâlâ hiç etkilenmedim. Sonra devam ederim deyip kekle birlikte servis edilen kahvemi içiyorum. Aman Allah'ım! Şehirlerarası otobüs yolculuğunda eskiden alışkın olduğumuz ikram izzet geri mi geliyor? Özlemişiz bu fakir VİP'i seyehatleri...
Jules Payot'un iradeyi doğru kullanmak ve çalışmanın önemini anlattığı kitabını açıyorum bu defa. Kendinin efendisi olmaktan bahsediyor yazar. Yeterince çalışkan ve başarılıysan başkasına eğilmene, dalkavukluk etmene, onur kırıcı davranışlara katlanmak zorunda kalmayacağını anlatıyor. "Yazı uzun düşünme süreçlerinde harika bir destekleyicidir." diyor ve beni o an okumaktan yazmaya ikna ediyor. Salıverdiğim, azad ettiğim düşüncelerimi kağıtın üzerine kurşun kalemimle geri çağırıyorum. Zira telefonum küçük oğlanın elinde. Ona da kitap almıştım oysa. Gösterince omuz silkiyor. Teknolojinin çocuklarımıza prangalar vurarak bu yaşta kendine eğilmiş köleler dizayn ettiğini görüyor ancak etkili çözümler geliştiremiyoruz. Zira dijital oyunların, puanların, ödüllerin, hazların yanında bizim her iyi niyetli teklifimiz ona yavan ve renksiz geliyor.
Kızımla mesajlaşıyorum. Cümle içinde kullandığı "Zorbalamak ve partilemek" gibi kelimelerin Türkçe'ye aykırı olduğunu, bu tip uyduruk kelimelere itibar etmemesi gerektiğini söylüyorum. "Kibarlamak, pikniklemek" ne kadar saçmaysa o da öyle diye misaller de veriyorum. Arapça'yı iyi bilse de Türkçe'ye birazcık yabancı ilahıyatçı kızım çok ikna olmuşa benzemiyor.
İnzivaya dönüş zamanı... Peygamber Efendimiz (sav) Hira'da inziva ve itikafa çekilir, toplumun durumuna üzülür, uzun uzun tefekkür eder, kendince dua edermiş. Peygamberlik vazifesinin verilmesiyle birlikte dünyayı tebliğ ve irşatla değiştiren, güzelleştirmeye devam eden bir lider olmuş. Kendi çocuklarımızın halinden başlayarak tüm gençlik ve insanlık için hayıflanmaktan başka birşey yapamayan biz yetişkinler... İnziva ve itikaf demişken bu kelimelerden herkes aynı şeyi anlamıyor. Ünlü mankenlerden birinin bungalov odada uyuyup uyanıp 24 saat yoga seansına da aynı anlamı yükleyenler var. Turuncu cübbeli Budist şeyhleriyle aydınlanma yaşayan laik Müslümanlar...
Karanlığa saklanıp hangi zulmü hafızamızdan tamamen kazıyabiliyoruz ki. Yine bir yerlerde çocuklar ölüyor, anneler ağlıyor, evler yıkılıyor, aileler dağılıyor. Sorumlular ne yazık ki bu dünyada ya hiç ceza almıyor yahut da beşeri kanunlar cinayet işleyeni kulağını çeker gibi yapıp birkaç yıl içinde topluma geri salıveriyor.
Kimse ne olduğunu anlamıyor ama suçlu, sorumlu öyle ya da böyle hep din oluveriyor. Kızların okuması, evlenmesi, ikinci, üçüncü eş, özgürlük, başörtüsü, kadın hakları gibi çiğneye çiğneye sakıza çevirdikleri yerden İslam'a vurmaya doymayan senaristlerin işgüzarlığı takdire şayan. Sanal dünyada, oyunlara, teknolojiye, hapsedilen çocuklar ve gençler gibi anti-İslamic algılara kaptırılan, beyni yıkana yıkana çekmiş, küçülmüş yetişkinler...
LGBT'yi, pedofiliyi, soyularak sömürülen kadınları, fuhuş, alkol ve uyuşturucu tuzağına çekilen gençleri, Batı medeniyetinin kanlı ve kirli yüzünü anlatan kaliteli bir film hiç çekilmeyecek belli. 17 yaşındaki kızlar zinhar evlenmesin ama sere serpe erkek arkadaşlarıyla birlikte yaşayabilsin mesajını ekranlardan kaç milyon kere izlemişizdir? İmam nikahı kötüdür ancak gayri meşru bebek doğurmak çok masum ve şirin bir girişimdir algısını da. Her kötülüğün mesuliyeti dizilerde kaba softa Müslümanlara aitken ne siyonizme ne de laisizme bir çift lafı olan var. Sözlerimizin kifayetsiz ve tesirsiz kaldığı yerde Peygamber Efendimiz (sav) gibi dua edelim biz de:
"Allâhım! Zâlimleri zalimlerle helak et ve bizi aralarından salimen çıkar, kurtar...