Bu hafta köşemi Sidar Basut'a bırakıyorum... Suriçi halkı ne diyor olup bitene gelin hep birlikte kulak verelim…
“Silahlılardı, çok korkuyorduk onlardan!”
M.E (Memur): Sabah kalktık ki kapımızın önü kazılmış. Birkaç tane çocuk baktık kazı yapıyorlar, bir kapı komşum geldi bağırdı biraz, dedi ayıptır hastalarımız var. Araba gelemez, hastalarımız ne olacak dedi? Onlardan biri de dedi ki; “fazla konuşma, belediyenin malıdır sen karışamazsın, müdahale edemezsin.” dedi. Ondan sonra baktık derinlere kadar kazmışlar, daha da bir şey yapamadık. Öncesinde de hazırlık vardı, ama kimse müdahale edemiyordu. Daha doğrusu başta kimse kulak da asmadı, çünkü hiç kimse bu kadar büyüyeceğini tahmin etmiyordu. Ondan sonra velhasıl geldiler silahlarını ellerine alıp hendeklerin arkasına oturdular. Birçoğunu ben tanımıyordum. Ondan sonra evimin bütün duvarlarını deldiler. Biri caminin avlusuna bakıyordu, diğeri de komşumun evine gidiyordu. Silahlılardı, çok korkuyorduk onlardan. Tabi sonra çocukları yolladım, ben biraz daha kaldım ama baktım çaresi yok ben de kaçtım. Geldim burada Yenişehir'de bir daire kiraladım. Hiçbir şey çıkaramadık evimizden. Sadece yorgan almıştık omuzlarımıza gelip onu da indirttiler omuzlarımızdan. Dediler “gitmeyin, burada kalın, evinizi bırakıp nereye gidiyorsunuz. Bura da bekleyin” dediler. Kimseyi bırakmak istemediler, ama biz cesaret edemedik kalmaya, fırsatını bulup kaçtık. Ben ev tuttum ama evde hiçbir şey yoktu. 2 gün boyunca betonların üstünde yattık. Sonra bir yorgan komşudan aldım, başka şeyler de verdiler sağ olsunlar. Şimdi bakın kızım 4. Sınıfa gidiyordu. Bu sene daha kalem eline almamış. Hepimiz, herkes perişan olduk, psikolojimiz bozulmuş. Hendekler en çok Yoğurt Pazarı caddesinde, okulun arkasında, pazarın orda kuruldu. Artık bu hendeklerde bomba olduğunu biz bilmiyorduk. Şimdi bu saatten sonra açılsa da gidemeyiz. Üzgünüz, perişanız, maddi durumumuz yok. Zaten bizler evimizi terk ettiğimizden beri diğer yerlerdeki evler de arttı. Eskiden 500 liraya kiraya verilen evleri şimdi ev sahipleri 800 liradan aşağı vermiyor. Bu işi de fırsata çevirmişler.
“9-10 yaşındaki çocuklara bile hendek kazıttırıyorlardı!”
A.Ç (Serbest Çalışan): Kurşunlu Camii'nin yanında oturuyorduk. Doğma büyüme oralıyım, 50 yıldan fazladır orda oturuyorum. Bir sabah erken kalktım baktım, bir branda asmışlar pencereme. Kapının önünü hangi ara kazdılar öyle, bir baktık ki hendekler hazır. Kurşunlu Camii'yle aramızda 10 metre var. Camiye girdim baktım, içeriyi doldurmuşlar. Bir şey söyleyemedik, yapmayın etmeyin dediğimizde de “biz sizin için buradayız” diyorlardı. Ondan sonra kaldı öyle. Sonuçta karşımızda silahlı çocuklar vardı. Sonra kazmaya yine devam ettiler. Valla doğrusu biraz da ağır karşılıklı hakaretler ettik birbirimize, sonra biz dedik evimizi boşaltacağız. “Yok dediler, çıkamazsınız, biz sizin için buradayız.” Vallahi ablam ben bu işten bir şey anlamadım. Bence onlar da ne yaptığını bilmiyordu. 9-10 yaşındaki çocuklara bile hendek kazıttırıyorlardı. Okul çantası öyle duvarın dibinde, onlar da giriyordu o hendeklere. Aileler de çaresizdi, bir şey diyemiyorlardı, dedikleri zaman zaten kızıyorlardı bize. Yani bizi bir nevi canlı kalkan gibi kullanmak istediler. Vallahi karım, çocuklarım, gelinim hepsi hala o şokun altındalar. Zaten her birini bir yerlere gönderdim. Doğru dürüst uyuyamıyoruz. Ben burada uyuyorum. Ne oldu bitti orada bilmiyoruz, ben de herkes gibi televizyondan izliyorum.
“Devletin gözünde Suriyeliler; HDP, BDP, Belediyelerin gözünde Êzîdiler kadar olamadık!”
M.Y (Erkek): Devletin gözünde biz Suriyeliler kadar olamadık; HDP, BDP, belediyelerin gözünde de Êzdîler kadar olamadık. Ben bunu vali yardımcısına da söyledim, HDP genel başkanına da. Yani bize verilen 3 kilo şeker, 5 kilo bulgurla nasıl geçineceğiz. Her bir evde 20-30 kişi kalıyoruz. Varın gerisini siz düşünün. Bizi kimsesiz bıraktılar.
“Kalemin olduğu yerde, silahın ne işi var? Kimse bu savaşı halk için yaptık demesin!”
R.Ç (Ev Kadını): İlk bir sabah kalktık, camiinin önünün kazıldığını duyduk, ama çok dikkate almadık. Sonra küçük küçük çocuklar, mahallenin gençleri –birçoğunu tanıyorduk- ondan sonra nöbet tutmaya başladılar. Onları uyardılar mahalledekiler, ama birçoğu da destek verdi. Çoğunluk destek verince, azınlık bir şey yapamadı. Sonra olaylar büyümeye başlayınca destek olanlar da azaldı, çatışmalar başladı sonrasında. Polis çağırıyorduk, polis de gelmiyordu. Böyle böyle büyüdü. Hendeklerin oraya örtüler takmaya başladılar, oralarda nöbet tutmaya başladılar. Geceleri 8'den sonra çıkamamaya başladık, daha sonra 4'te herkes evine gidiyordu. Yavaş yavaş etkilenmeye başladık. Sonra sokağa çıkma yasağı ilan edildi. En son yasakta da evlerimiz terk etmek zorunda kaldık. Ama eşyalarımızı hiçbir şekilde alamadık. Şimdi 4'er, 5'er aile bir evde kalıyoruz. Eşlerimiz de orda çalışıyordu, e şimdi otomatikman işsiz kaldılar, e çocuklarımız okula gidemiyorlar eğitimsiz kaldı onlar da. Bizim milletvekillerimizin hiçbiri hendeklerin başında oturmuyor, hepsi lüks sitelerde oturuyor, çocuklarının konforu yerinde. Olan bizlere oldu. Kimse bu savaşı halk için yapıyoruz demesin. Siyaset yapıyorlar, ama beni savunmuyorlar. Çocuklarımız eğitim görmedikçe, bunun devamı gelecek. Okumayan gençler daha çok boşluğa düşecek, bununla birlikte bir sürü kötü şeyler de olacak. Diyarbakır böyle değildi, ama bakın şimdi ne hale geldi, Diyarbakır böyle olmamalıydı. Hendeklerden dolayı tamamen halk zarar gördü. Bizi devlet de yalnız bıraktı. Ben şuan açım, işsizim, hani kimse bize sahip çıkıyor mu? Biz evlerimizde oturuyorduk, kimseye de muhtaç değildik, ama şimdi bizi herkese muhtaç hale getirdiler. Kendi memleketimizde kiminle nasıl konuşacağımızı artık bilmiyoruz, herkesten korkuyoruz. Konuşursak başımıza bir şey gelecek diye ödümüz kopuyor. Yoksa ben de şimdi adımı yazmanı, fotoğrafımı çekmeni isterdim. Ama konuşamıyoruz, ödümüz kopuyor. Sürekli başımıza bir şey gelecek diye ödümüz kopuyor. Milletin güvencesi kalmadı artık. Vallahi her iki tarafa da güvenimiz kalmadı. Ne olacak bu milletin hali. Biz oylarımızla zaten onlara gereken desteği vermiştik, şimdi niye bunu yaptılar bir türlü anlayamıyorum. Çünkü bizi çok iyi bir şekilde temsil edebilirlerdi. Hendekle mendekle bu işin yürümeyeceğini gördük, evlerimizi bize geri versinler. Kalemin olduğu yerde silaha ne gerek var bize söyleyin? Diyarbakır'ı temsil eden yer herkes biliyor ki, Suriçi'dir. Suriçi'ni kaybedersek, özümüzü kaybederiz! Kim bu işi çözerse biz desteğimizi vermeye hazırız. Vallahi artık o taraf bu taraf demekten de yorulduk. Kim bu ateşi söndürürse halkını o düşünüyor demektir.
“Ben ne zaman televizyondan Suriçi'ni izlezem oturup ağlıyorum!”
F.Ü (Ev Kadını): Biz 40 yıldan fazladır Suriçi'nde oturuyorduk. Kocamla birlikte evde 9 kişiydik. Gelinim de vardı. Biz evimizden çıkmadan önce 3 oğlum ve eşim çalışıyordu ama şimdi hepsi işsiz. Yani biz ne borçluyduk, ne de ev sahibiydik anlayacağın. Kapımızın önünde hendek kazınmadı, yani ben hiç görmedim ama komşularım çok şikayetçiydi, korkuyorlardı. Sonra duyduk ki yasak başlamış, bir hafta boyunca evdeydik, bir yasakta da 4 gün evden hiç çıkamadık. En son yasakta da artık evlerimizi terk ettik, hiçbir şeyimizi alamadan kaçtık. Şimdi eşim de 3 kere ameliyat oldu, yatakta. Ne yapalım bilmiyorum, evimi istiyorum, geri dönmek istiyorum evime. Her gün ağlıyorum. Artık umudum da kalmadı. Allah bize bir kapı açar inşallah. Ben ne zaman televizyondan Suriçi'ni izlesem oturup ağlıyorum. 3 oğlum da askerliğini yapmış evde boş boş oturuyor.
E.K (Ev Kadını): Ben de doğma büyüme Suriçi'ndenim. 10 çocuğum var. Evimizde kendi halimizde yaşıyorduk, geçiniyorduk. İlk kazındığında bizim evden uzaktı, sonra yavaş yavaş bizim eve doğru geldi. Engel olmaya çalıştılar ama kimse bir şey yapamadı. İnsanlar korktu da. Polisler de geldi, bir şey yapmadan geri döndüler. Bize dediler ki sizin kapınızın önünü kazacağız, biz de onun üzerine çıktık. Bir arabaya eşyalarımı yükledim ama bütün eşyaları geri indirttiler, çıkartamazsınız dediler. Sonra tek tek çocukları gönderdim, ben de hastaneye gittim. Kalp krizi geçirdim. Üzüntüden kaldıramadım, çok zoruma gitti. Kızıma hazırladığım çeyiz vardı, hiçbirini alamadım. Beyim de şimdi hastanede, o da kalp rahatsızlığı geçirdi. Şimdi 5 oğlum da boş, liseye giden bir oğlum vardı, o da okulu bıraktı. Küçük kızım gece kalkıp ağlıyor, “anne bombalar patlıyor” diyor. Daha da kimseye güvenim de kalmadı. Her sabah kalkıyorum diyorum, bugün evimize geri dönebilecek miyiz diyorum. Sabah kalkıyordum, evimin önünü yıkıyordum, çocukları okula gönderiyordum. (Ağlamaya başladığı için daha fazla devam edemiyoruz.)
“Silahlar patlamaya başlayınca, çocuğum korkudan altına işedi!”
H.A (Ev kadını): Ben aileme misafir olarak geldim, savaşın içine düştüm. Yani bu dava neyin davası onu da anlamıyorum. İnsan düşündükçe kahroluyor. Yani doğduğumuz ev, evlendiğimiz ev hepsi elimizden gitti. Ben evlenene kadar oradaydım. Sabahları kalkıyorduk, evlerimizi süpürüyorduk, sonra komşularla bir araya gelip çay içip sohbet ediyorduk. Zaten herkes birbirini tanıyordu. Yazın damlarda yatıyorduk. Hayatın bin bir türlü zorluklarını beraber atlattık. Bir gün çocuğumla kız kardeşim birlikte ablamlara gitti. Sonra birden silahlar patlamaya başladı, çocuğum geldi korkudan altına işemişti. “Anne polisler, anne silah” diyerek uyanıyor gece. Bazen ağlıyoruz, sonra sinirden gülmeye başlıyoruz. Bu ne ekmek davası, ne de namus davası, bizi perişan ettiler. Boşuna hendek kazdılar, olmaması lazımdı. Sur'umuzu geri istiyoruz. Yani biz koli istemiyoruz, para da istemiyoruz, biz sadece evimizi geri istiyoruz.
“Bizi de Cizre'dekiler gibi canlı kalkan yapmak istediler! Yani bu özerklik hendeklerle olacak iş değil!”
M.Y (Serbest Çalışan): Bak abla Diyarbakır halkı gururlu bir halktır. Düşün ki bu belediyelerden hiçbir hizmet verilmiyor halka. Ama yine de oy zamanı geldiğinde insanlar gidip oyunu HDP'ye veriyor, bak bu bir örnektir, yerlere baktığın zaman her yer çöplük içinde ama biz de gidip oyumuzu onlara verdik! Biz Sur halkı olarak biran önce çözüme gidilmesini, barışın olmasını, ölümlerin olmamasını istiyoruz. Yeter artık, yeter yeter yeter. Sur halkı çok bunalımda. Sur halkı olarak bizler bir kutu yardım, bir battaniye değil, iş istiyoruz aş değil. Zaten çalışırsak kendimiz aşımızı getiririz. Yani bu hendek iyi bir şey olsaydı, inanın burada konuşan herkes, şuan burada oturan 10 aile var, biz hepimiz oyumuzu HDP'ye verdik. Eğer
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İlhami Işık
Cehennemin diğer adı öz yönetim
Bu hafta köşemi Sidar Basut'a bırakıyorum... Suriçi halkı ne diyor olup bitene gelin hep birlikte kulak verelim…
“Silahlılardı, çok korkuyorduk onlardan!”
M.E (Memur): Sabah kalktık ki kapımızın önü kazılmış. Birkaç tane çocuk baktık kazı yapıyorlar, bir kapı komşum geldi bağırdı biraz, dedi ayıptır hastalarımız var. Araba gelemez, hastalarımız ne olacak dedi? Onlardan biri de dedi ki; “fazla konuşma, belediyenin malıdır sen karışamazsın, müdahale edemezsin.” dedi. Ondan sonra baktık derinlere kadar kazmışlar, daha da bir şey yapamadık. Öncesinde de hazırlık vardı, ama kimse müdahale edemiyordu. Daha doğrusu başta kimse kulak da asmadı, çünkü hiç kimse bu kadar büyüyeceğini tahmin etmiyordu. Ondan sonra velhasıl geldiler silahlarını ellerine alıp hendeklerin arkasına oturdular. Birçoğunu ben tanımıyordum. Ondan sonra evimin bütün duvarlarını deldiler. Biri caminin avlusuna bakıyordu, diğeri de komşumun evine gidiyordu. Silahlılardı, çok korkuyorduk onlardan. Tabi sonra çocukları yolladım, ben biraz daha kaldım ama baktım çaresi yok ben de kaçtım. Geldim burada Yenişehir'de bir daire kiraladım. Hiçbir şey çıkaramadık evimizden. Sadece yorgan almıştık omuzlarımıza gelip onu da indirttiler omuzlarımızdan. Dediler “gitmeyin, burada kalın, evinizi bırakıp nereye gidiyorsunuz. Bura da bekleyin” dediler. Kimseyi bırakmak istemediler, ama biz cesaret edemedik kalmaya, fırsatını bulup kaçtık. Ben ev tuttum ama evde hiçbir şey yoktu. 2 gün boyunca betonların üstünde yattık. Sonra bir yorgan komşudan aldım, başka şeyler de verdiler sağ olsunlar. Şimdi bakın kızım 4. Sınıfa gidiyordu. Bu sene daha kalem eline almamış. Hepimiz, herkes perişan olduk, psikolojimiz bozulmuş. Hendekler en çok Yoğurt Pazarı caddesinde, okulun arkasında, pazarın orda kuruldu. Artık bu hendeklerde bomba olduğunu biz bilmiyorduk. Şimdi bu saatten sonra açılsa da gidemeyiz. Üzgünüz, perişanız, maddi durumumuz yok. Zaten bizler evimizi terk ettiğimizden beri diğer yerlerdeki evler de arttı. Eskiden 500 liraya kiraya verilen evleri şimdi ev sahipleri 800 liradan aşağı vermiyor. Bu işi de fırsata çevirmişler.
“9-10 yaşındaki çocuklara bile hendek kazıttırıyorlardı!”
A.Ç (Serbest Çalışan): Kurşunlu Camii'nin yanında oturuyorduk. Doğma büyüme oralıyım, 50 yıldan fazladır orda oturuyorum. Bir sabah erken kalktım baktım, bir branda asmışlar pencereme. Kapının önünü hangi ara kazdılar öyle, bir baktık ki hendekler hazır. Kurşunlu Camii'yle aramızda 10 metre var. Camiye girdim baktım, içeriyi doldurmuşlar. Bir şey söyleyemedik, yapmayın etmeyin dediğimizde de “biz sizin için buradayız” diyorlardı. Ondan sonra kaldı öyle. Sonuçta karşımızda silahlı çocuklar vardı. Sonra kazmaya yine devam ettiler. Valla doğrusu biraz da ağır karşılıklı hakaretler ettik birbirimize, sonra biz dedik evimizi boşaltacağız. “Yok dediler, çıkamazsınız, biz sizin için buradayız.” Vallahi ablam ben bu işten bir şey anlamadım. Bence onlar da ne yaptığını bilmiyordu. 9-10 yaşındaki çocuklara bile hendek kazıttırıyorlardı. Okul çantası öyle duvarın dibinde, onlar da giriyordu o hendeklere. Aileler de çaresizdi, bir şey diyemiyorlardı, dedikleri zaman zaten kızıyorlardı bize. Yani bizi bir nevi canlı kalkan gibi kullanmak istediler. Vallahi karım, çocuklarım, gelinim hepsi hala o şokun altındalar. Zaten her birini bir yerlere gönderdim. Doğru dürüst uyuyamıyoruz. Ben burada uyuyorum. Ne oldu bitti orada bilmiyoruz, ben de herkes gibi televizyondan izliyorum.
“Devletin gözünde Suriyeliler; HDP, BDP, Belediyelerin gözünde Êzîdiler kadar olamadık!”
M.Y (Erkek): Devletin gözünde biz Suriyeliler kadar olamadık; HDP, BDP, belediyelerin gözünde de Êzdîler kadar olamadık. Ben bunu vali yardımcısına da söyledim, HDP genel başkanına da. Yani bize verilen 3 kilo şeker, 5 kilo bulgurla nasıl geçineceğiz. Her bir evde 20-30 kişi kalıyoruz. Varın gerisini siz düşünün. Bizi kimsesiz bıraktılar.
“Kalemin olduğu yerde, silahın ne işi var? Kimse bu savaşı halk için yaptık demesin!”
R.Ç (Ev Kadını): İlk bir sabah kalktık, camiinin önünün kazıldığını duyduk, ama çok dikkate almadık. Sonra küçük küçük çocuklar, mahallenin gençleri –birçoğunu tanıyorduk- ondan sonra nöbet tutmaya başladılar. Onları uyardılar mahalledekiler, ama birçoğu da destek verdi. Çoğunluk destek verince, azınlık bir şey yapamadı. Sonra olaylar büyümeye başlayınca destek olanlar da azaldı, çatışmalar başladı sonrasında. Polis çağırıyorduk, polis de gelmiyordu. Böyle böyle büyüdü. Hendeklerin oraya örtüler takmaya başladılar, oralarda nöbet tutmaya başladılar. Geceleri 8'den sonra çıkamamaya başladık, daha sonra 4'te herkes evine gidiyordu. Yavaş yavaş etkilenmeye başladık. Sonra sokağa çıkma yasağı ilan edildi. En son yasakta da evlerimiz terk etmek zorunda kaldık. Ama eşyalarımızı hiçbir şekilde alamadık. Şimdi 4'er, 5'er aile bir evde kalıyoruz. Eşlerimiz de orda çalışıyordu, e şimdi otomatikman işsiz kaldılar, e çocuklarımız okula gidemiyorlar eğitimsiz kaldı onlar da. Bizim milletvekillerimizin hiçbiri hendeklerin başında oturmuyor, hepsi lüks sitelerde oturuyor, çocuklarının konforu yerinde. Olan bizlere oldu. Kimse bu savaşı halk için yapıyoruz demesin. Siyaset yapıyorlar, ama beni savunmuyorlar. Çocuklarımız eğitim görmedikçe, bunun devamı gelecek. Okumayan gençler daha çok boşluğa düşecek, bununla birlikte bir sürü kötü şeyler de olacak. Diyarbakır böyle değildi, ama bakın şimdi ne hale geldi, Diyarbakır böyle olmamalıydı. Hendeklerden dolayı tamamen halk zarar gördü. Bizi devlet de yalnız bıraktı. Ben şuan açım, işsizim, hani kimse bize sahip çıkıyor mu? Biz evlerimizde oturuyorduk, kimseye de muhtaç değildik, ama şimdi bizi herkese muhtaç hale getirdiler. Kendi memleketimizde kiminle nasıl konuşacağımızı artık bilmiyoruz, herkesten korkuyoruz. Konuşursak başımıza bir şey gelecek diye ödümüz kopuyor. Yoksa ben de şimdi adımı yazmanı, fotoğrafımı çekmeni isterdim. Ama konuşamıyoruz, ödümüz kopuyor. Sürekli başımıza bir şey gelecek diye ödümüz kopuyor. Milletin güvencesi kalmadı artık. Vallahi her iki tarafa da güvenimiz kalmadı. Ne olacak bu milletin hali. Biz oylarımızla zaten onlara gereken desteği vermiştik, şimdi niye bunu yaptılar bir türlü anlayamıyorum. Çünkü bizi çok iyi bir şekilde temsil edebilirlerdi. Hendekle mendekle bu işin yürümeyeceğini gördük, evlerimizi bize geri versinler. Kalemin olduğu yerde silaha ne gerek var bize söyleyin? Diyarbakır'ı temsil eden yer herkes biliyor ki, Suriçi'dir. Suriçi'ni kaybedersek, özümüzü kaybederiz! Kim bu işi çözerse biz desteğimizi vermeye hazırız. Vallahi artık o taraf bu taraf demekten de yorulduk. Kim bu ateşi söndürürse halkını o düşünüyor demektir.
“Ben ne zaman televizyondan Suriçi'ni izlezem oturup ağlıyorum!”
F.Ü (Ev Kadını): Biz 40 yıldan fazladır Suriçi'nde oturuyorduk. Kocamla birlikte evde 9 kişiydik. Gelinim de vardı. Biz evimizden çıkmadan önce 3 oğlum ve eşim çalışıyordu ama şimdi hepsi işsiz. Yani biz ne borçluyduk, ne de ev sahibiydik anlayacağın. Kapımızın önünde hendek kazınmadı, yani ben hiç görmedim ama komşularım çok şikayetçiydi, korkuyorlardı. Sonra duyduk ki yasak başlamış, bir hafta boyunca evdeydik, bir yasakta da 4 gün evden hiç çıkamadık. En son yasakta da artık evlerimizi terk ettik, hiçbir şeyimizi alamadan kaçtık. Şimdi eşim de 3 kere ameliyat oldu, yatakta. Ne yapalım bilmiyorum, evimi istiyorum, geri dönmek istiyorum evime. Her gün ağlıyorum. Artık umudum da kalmadı. Allah bize bir kapı açar inşallah. Ben ne zaman televizyondan Suriçi'ni izlesem oturup ağlıyorum. 3 oğlum da askerliğini yapmış evde boş boş oturuyor.
“Kızıma hazırladığım çeyiz vardı, hiçbirini alamadım!”
E.K (Ev Kadını): Ben de doğma büyüme Suriçi'ndenim. 10 çocuğum var. Evimizde kendi halimizde yaşıyorduk, geçiniyorduk. İlk kazındığında bizim evden uzaktı, sonra yavaş yavaş bizim eve doğru geldi. Engel olmaya çalıştılar ama kimse bir şey yapamadı. İnsanlar korktu da. Polisler de geldi, bir şey yapmadan geri döndüler. Bize dediler ki sizin kapınızın önünü kazacağız, biz de onun üzerine çıktık. Bir arabaya eşyalarımı yükledim ama bütün eşyaları geri indirttiler, çıkartamazsınız dediler. Sonra tek tek çocukları gönderdim, ben de hastaneye gittim. Kalp krizi geçirdim. Üzüntüden kaldıramadım, çok zoruma gitti. Kızıma hazırladığım çeyiz vardı, hiçbirini alamadım. Beyim de şimdi hastanede, o da kalp rahatsızlığı geçirdi. Şimdi 5 oğlum da boş, liseye giden bir oğlum vardı, o da okulu bıraktı. Küçük kızım gece kalkıp ağlıyor, “anne bombalar patlıyor” diyor. Daha da kimseye güvenim de kalmadı. Her sabah kalkıyorum diyorum, bugün evimize geri dönebilecek miyiz diyorum. Sabah kalkıyordum, evimin önünü yıkıyordum, çocukları okula gönderiyordum. (Ağlamaya başladığı için daha fazla devam edemiyoruz.)
“Silahlar patlamaya başlayınca, çocuğum korkudan altına işedi!”
H.A (Ev kadını): Ben aileme misafir olarak geldim, savaşın içine düştüm. Yani bu dava neyin davası onu da anlamıyorum. İnsan düşündükçe kahroluyor. Yani doğduğumuz ev, evlendiğimiz ev hepsi elimizden gitti. Ben evlenene kadar oradaydım. Sabahları kalkıyorduk, evlerimizi süpürüyorduk, sonra komşularla bir araya gelip çay içip sohbet ediyorduk. Zaten herkes birbirini tanıyordu. Yazın damlarda yatıyorduk. Hayatın bin bir türlü zorluklarını beraber atlattık. Bir gün çocuğumla kız kardeşim birlikte ablamlara gitti. Sonra birden silahlar patlamaya başladı, çocuğum geldi korkudan altına işemişti. “Anne polisler, anne silah” diyerek uyanıyor gece. Bazen ağlıyoruz, sonra sinirden gülmeye başlıyoruz. Bu ne ekmek davası, ne de namus davası, bizi perişan ettiler. Boşuna hendek kazdılar, olmaması lazımdı. Sur'umuzu geri istiyoruz. Yani biz koli istemiyoruz, para da istemiyoruz, biz sadece evimizi geri istiyoruz.
“Bizi de Cizre'dekiler gibi canlı kalkan yapmak istediler! Yani bu özerklik hendeklerle olacak iş değil!”
M.Y (Serbest Çalışan): Bak abla Diyarbakır halkı gururlu bir halktır. Düşün ki bu belediyelerden hiçbir hizmet verilmiyor halka. Ama yine de oy zamanı geldiğinde insanlar gidip oyunu HDP'ye veriyor, bak bu bir örnektir, yerlere baktığın zaman her yer çöplük içinde ama biz de gidip oyumuzu onlara verdik! Biz Sur halkı olarak biran önce çözüme gidilmesini, barışın olmasını, ölümlerin olmamasını istiyoruz. Yeter artık, yeter yeter yeter. Sur halkı çok bunalımda. Sur halkı olarak bizler bir kutu yardım, bir battaniye değil, iş istiyoruz aş değil. Zaten çalışırsak kendimiz aşımızı getiririz. Yani bu hendek iyi bir şey olsaydı, inanın burada konuşan herkes, şuan burada oturan 10 aile var, biz hepimiz oyumuzu HDP'ye verdik. Eğer