Yıl, 1796. Fransız devriminin üzerinden henüz yedi sene geçmişti ki, Seyit Ali Efendi ve beraberindeki Osmanlı heyetini, daimi elçilerimiz olarak göndermiştik o diyarlara. Daha Bismillah! Türk heyeti Fransa topraklarına adımını atar atmaz, Fransız diplomatlarca karşılanıp izzet-i ikramla ağırlandıktan sonra, ufak bir Paris gezintisine çıkarılmıştı. Gel gelelim, gezinti sırasında değişik bir icat, büyükelçimiz Seyit Ali Efendi'nin gözünden kaçmamıştı. “Bu nedir” diye sordu. Fransız diplomatsa, böyle bir durumla karşı karşıya kalacağını hiç düşünememiş olacaktı ki, gafil avlanıp kekelemiş, “Te… Tete Turque” demişti. Seyit Ali Efendi, onun bu tavrından aksilik olduğunu anlamıştı, sert bir tonda “Yani?” diye sorunca, Fransız diplomat da utana sıkıla, “Şey… Bunun adı, Türk Kafasıdır mösyö” yanıtını vermişti yeniden. Seyit Ali Efendi de, bunu duyar duymaz fena halde öfkelenmişti; “Ne işe yarar bu meret peki?”. Fransız, el mahkum, icadın nasıl çalıştığından da bahsetmişti; “Mösyö, bu balona yumruk attığınızda, şiddetine göre puan kazanıyorsunuz, yukarıdaki ibre de onu ölçüyor”. “Öyle mi” demişti, Seyit Ali Efendi; “o halde, sizin şu ‘Türk Kafası' ne kadar dayanıklıymış, görelim”. Ceketini yaverine uzatıp kollarını sıvamış, tüm gücüyle balona sert bir yumruk çakmış, işte ne olduysa o an olmuştu; balon parçalanmış, ibre yerinden fırlamıştı! Fransızlar, belki ilk kez denk geldikleri bu kuvvet karşısında, hayrete düşmüşlerdi. *** Seniye Kerimi ya da Sonya Krimi… Haber servislerinde okumuşsunuzdur gerçi; Tunusludur kendisi. 22 yaşına kadar memleketinde okudu. Daha sonra Fransa'ya giderek eğitimine devam etti. 2012'de Fransız vatandaşlığına hak kazandıktan sonra ruhunu, haysiyetini ve İslami duruşunu sattı, parlamenter oldu. Öyle ya! Avrupalı beyaz adamın övgüsüne nail olabilmek, para, makam, şan, şöhret edinebilmek uğruna, benliği satışa çıkarmak gerekiyordu, hanımefendi de gerekeni yapmıştı. Sonya Krimi “kuş yumurtasında” idi, kabuğunu kırdı, gün yüzüne çıktı. Antalya'daki NATO Toplantısı'na katıldı geçen hafta. Anlaşılan niyeti, ne NATO'dan ne de politik ittifaklardan bahsetmekti. Niyeti, -hazır fırsatını yakalamışken- bize voliden çakmaktı! Eeee, ne de olsa, “Türkiye” denildiğinde tüyleri diken diken olan Macron'un partisindendi! Ancak evdeki hesap, çarşıya uymadı. Sonya Hanım, Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu kürsüdeyken söz hakkı istedi, aklı sıra 1915'deki Ermeni tehciri ve terör sorununa atfen; “tarih, kazananlar tarafından yazılmaz mı? Birçok ülke için PKK terörist değildir ama sizin için böyledir. Bunu dikkate almamız gerekiyor” dedi. Öyle mi? Bunun üzerine Sayın, Çavuşoğlu da tarihe geçecek şu sözleri sıraladı kendisine; “Uluslararası hukukun üstünlüğü konusunda Türkiye'ye ders vermeye çalışıyorsunuz. Burada benim söylediğime bile tahammül göstermiyorsunuz, demokrasiden ve ifade özgürlüğünden bahsediyorsunuz ama Macron'un aldığı karar, Fransa Anayasa Mahkemesi'nin aldığı kararla çelişiyor mu; çelişiyor. Fransa'nın aldığı karar, Macron'un Avrupa İnsan Haklar Mahkemesi'nin kararlarıyla çelişiyor mu; çelişiyor. Geçmişte, tarihteki bir olayı soykırım olarak ya da değil olarak değerlendirmek siyasetçilerin görevi mi? Birleşmiş Milletler'in kararını okudunuz, uluslararası hukuktan ve sistemden bahsediyor. Ve BM bir tarihi olayı soykırım olarak değerlendirmek için neler olması gerektiğini mahkeme kararlarıyla açıkça söylemiştir. Dolayısıyla burada siyasilere böyle bir karar verme yetkisi vermemiştir. Siz siyasetçiler tarihle ilgili yargılamayı, karar vermeyi kendinize hak olarak görüyorsunuz. Görüş vermek başka bir şey karar vermek başka bir şey. Peki, hangi bilgiyle tarih konusunda bu kadar kesin karar veriyorsunuz? Bu bilgi eksikliği olduğu halde karar vermenizin tek sebebi vardır, o da popülizm. Maalesef sizin başkanınız da popülizme yenik düştü. Ayrıca soykırım ve tarih konusunda Türkiye'ye ders verebilecek en son ülke Fransa'dır. Çünkü Ruanda'da, Cezayir'de olanları unutmadık. Fransa önce kendi karanlık tarihine baksın. Türkiye'ye ders vermeye kalkmasın. Evet, sizler böyle üstten bakmaya devam edin. Ama biz de size bu şekilde haddinizi bildirmeye devam edeceğiz. Artık eski Türkiye yok. Hak ettiğiniz cevabı da her zaman göreceksiniz. Siz kendinizi üstün görmeye devam edin ama bu muameleyi kabul etmeyen, doğruları söyleyen bir Türkiye var". Sonya Krimi, peş peşe yediği şamar yağmuru esnasında fena sendelemiş, Çavuşoğlu'nun sözlerini sık sık “No! No! No!” sözleriyle bastırmaya çalışmıştı ama nafileydi zira kendi düşen ağlamazdı. Derken, tipik Avrupalı tavırlarına büründü. İşte, bilirsiniz; önce alaya aldı, sonra kıskandı ve en son saçmaladı. Neden sonra, bu saçmalayan ruh halini de alkışlayarak teyit etti. Aklınca protesto etmişti ki, şak! İkinci dalga geldi Çavuşoğlu'ndan; “çok teşekkür ediyorum, sağ olun, ne kadar nezaketli olduğunuzu da gördük. Ben de sizi alkışlıyorum, bravo! Ne kadar saygılı olduğunuzu görüyoruz, gerçekleri duymaktan hoşlanmıyorsunuz. Gerçekleri söylemeye devam edeceğiz, buna alışacaksınız! Başka seçeneğiniz yok, gerçekleri duymaya alışacaksınız, o kadar!". Sayın, Mevlüt Çavuşoğlu'nun da değindiği gibi Fransızlar, 1994'te Ruanda'da iki karşıt kabileyi birbirine kırdırmış, 800 Bin insanın ölümüne neden olmuştular. 1945'te ise Cezayir'de, sömürü karşıtı bir buçuk milyon insanı katletmiş, kafataslarını ibret-i alem için şehir meydanlarında sergilemiştiler. (Yazının girişinde anlattığım “Türk kafası” hikayesinde yaşananların altında, nelerin yattığını daha net görebiliyorsunuz, değil mi?). Şimdi sıkı durun! Bayan Sonya'nın ülkesi Tunus da payesine düşeni almıştı. Tunus, yaklaşık üç yüz yıl boyunca huzur ve refah içerisinde yaşadığı Osmanlı hâkimiyetinin sona ermesiyle Fransızlarca işgal edilip sömürgeleştirildiğinde takvimler, 12 Mayıs 1881 tarihini gösteriyordu. Sonya Krimi'nin bahsettiği Ermeni tehciri konusuna da değinecek olursam; Rusların, Osmanlı himayesindeki Ermenilere uyguladığı provokatif eylemlerini engellemek amacıyla İstanbul hükümetinin, 1915'de aldığı tehcir yani sürgün kararı gereğince, güneye göç ettirilen Ermeniler için yapılan “soykırıma uğradılar” yakıştırması, Türkiye'nin kabul edilebileceği bir durum değildir. Hele Fransa gibi eli kana bulanmış, katil, sömürgeci bir ülke, ne hakla böylesine çirkin bir iftirada bulunabiliyor inanın, anlam veremiyorum. Bu, “sömürgecilik” denilen kavram, öyle illet bir kavramdır ki, yalnızca insan emeği, tarım ürünleri ve yeraltı zenginlikleriyle yetinmiyor, zihinleri de müstemleke altına alıyordu. Hatta Belçika tarafından sömürülen Kongolu bir arkadaştan işitmiştim; “keşke bizi İngiltere sömürseydi, en azından daha adil olurdu” demişti, kulaklarıma inanamamıştım! Yaşadığım kısa süreli şaşkınlıktan sonra “yani ilk önce ‘sen bir sömürge ülkesisin' diyerekten güdülemiş sizleri beyaz adam, sonra ‘benim sömürgemsin' anlayışını yerleştirmiş zihinlerinize” demiştim. Görüyorsunuz, ne kadar içler acısı bir durum! Bizim ecdadımız, “ya istiklal ya ölüm” mottosuyla düşmanın üzerine atılırken Afrikalı, İngilizler tarafından sömürülmeyi yeğliyordu, e başka söze ne hacetti! Son olarak… Sonya Krimi, Avrupa'daki Müslüman halkların içinde bulunduğu psikolojik durumun, yaşadığı travmanın bir tezahürüydü. “Dinime küfreden Müslüman olsa” derler ya hani, Sonya Krimi'nin de Müslüman olduğunu varsayarsak hazin olan, “Müslüman” kimliğiyle, çoğunluğu kendi dindaşlarından oluşan Türkiye'ye sahip çıkmak yerine, çelme takma arzusuydu… Anlaşılan “Fransız öpücüğü” dedikleri, bu olsa gerekti.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Hür Haber
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ziya Polat
Fransız Öpücüğü
Yıl, 1796.
Fransız devriminin üzerinden henüz yedi sene geçmişti ki, Seyit Ali Efendi ve beraberindeki Osmanlı heyetini, daimi elçilerimiz olarak göndermiştik o diyarlara. Daha Bismillah! Türk heyeti Fransa topraklarına adımını atar atmaz, Fransız diplomatlarca karşılanıp izzet-i ikramla ağırlandıktan sonra, ufak bir Paris gezintisine çıkarılmıştı. Gel gelelim, gezinti sırasında değişik bir icat, büyükelçimiz Seyit Ali Efendi'nin gözünden kaçmamıştı. “Bu nedir” diye sordu. Fransız diplomatsa, böyle bir durumla karşı karşıya kalacağını hiç düşünememiş olacaktı ki, gafil avlanıp kekelemiş, “Te… Tete Turque” demişti. Seyit Ali Efendi, onun bu tavrından aksilik olduğunu anlamıştı, sert bir tonda “Yani?” diye sorunca, Fransız diplomat da utana sıkıla, “Şey… Bunun adı, Türk Kafasıdır mösyö” yanıtını vermişti yeniden. Seyit Ali Efendi de, bunu duyar duymaz fena halde öfkelenmişti; “Ne işe yarar bu meret peki?”.
Fransız, el mahkum, icadın nasıl çalıştığından da bahsetmişti; “Mösyö, bu balona yumruk attığınızda, şiddetine göre puan kazanıyorsunuz, yukarıdaki ibre de onu ölçüyor”.
“Öyle mi” demişti, Seyit Ali Efendi; “o halde, sizin şu ‘Türk Kafası' ne kadar dayanıklıymış, görelim”. Ceketini yaverine uzatıp kollarını sıvamış, tüm gücüyle balona sert bir yumruk çakmış, işte ne olduysa o an olmuştu; balon parçalanmış, ibre yerinden fırlamıştı! Fransızlar, belki ilk kez denk geldikleri bu kuvvet karşısında, hayrete düşmüşlerdi.
***
Seniye Kerimi ya da Sonya Krimi…
Haber servislerinde okumuşsunuzdur gerçi; Tunusludur kendisi. 22 yaşına kadar memleketinde okudu. Daha sonra Fransa'ya giderek eğitimine devam etti. 2012'de Fransız vatandaşlığına hak kazandıktan sonra ruhunu, haysiyetini ve İslami duruşunu sattı, parlamenter oldu. Öyle ya! Avrupalı beyaz adamın övgüsüne nail olabilmek, para, makam, şan, şöhret edinebilmek uğruna, benliği satışa çıkarmak gerekiyordu, hanımefendi de gerekeni yapmıştı.
Sonya Krimi “kuş yumurtasında” idi, kabuğunu kırdı, gün yüzüne çıktı. Antalya'daki NATO Toplantısı'na katıldı geçen hafta. Anlaşılan niyeti, ne NATO'dan ne de politik ittifaklardan bahsetmekti. Niyeti, -hazır fırsatını yakalamışken- bize voliden çakmaktı! Eeee, ne de olsa, “Türkiye” denildiğinde tüyleri diken diken olan Macron'un partisindendi!
Ancak evdeki hesap, çarşıya uymadı. Sonya Hanım, Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu kürsüdeyken söz hakkı istedi, aklı sıra 1915'deki Ermeni tehciri ve terör sorununa atfen; “tarih, kazananlar tarafından yazılmaz mı? Birçok ülke için PKK terörist değildir ama sizin için böyledir. Bunu dikkate almamız gerekiyor” dedi. Öyle mi? Bunun üzerine Sayın, Çavuşoğlu da tarihe geçecek şu sözleri sıraladı kendisine;
“Uluslararası hukukun üstünlüğü konusunda Türkiye'ye ders vermeye çalışıyorsunuz. Burada benim söylediğime bile tahammül göstermiyorsunuz, demokrasiden ve ifade özgürlüğünden bahsediyorsunuz ama Macron'un aldığı karar, Fransa Anayasa Mahkemesi'nin aldığı kararla çelişiyor mu; çelişiyor. Fransa'nın aldığı karar, Macron'un Avrupa İnsan Haklar Mahkemesi'nin kararlarıyla çelişiyor mu; çelişiyor. Geçmişte, tarihteki bir olayı soykırım olarak ya da değil olarak değerlendirmek siyasetçilerin görevi mi? Birleşmiş Milletler'in kararını okudunuz, uluslararası hukuktan ve sistemden bahsediyor. Ve BM bir tarihi olayı soykırım olarak değerlendirmek için neler olması gerektiğini mahkeme kararlarıyla açıkça söylemiştir. Dolayısıyla burada siyasilere böyle bir karar verme yetkisi vermemiştir. Siz siyasetçiler tarihle ilgili yargılamayı, karar vermeyi kendinize hak olarak görüyorsunuz. Görüş vermek başka bir şey karar vermek başka bir şey. Peki, hangi bilgiyle tarih konusunda bu kadar kesin karar veriyorsunuz? Bu bilgi eksikliği olduğu halde karar vermenizin tek sebebi vardır, o da popülizm. Maalesef sizin başkanınız da popülizme yenik düştü. Ayrıca soykırım ve tarih konusunda Türkiye'ye ders verebilecek en son ülke Fransa'dır. Çünkü Ruanda'da, Cezayir'de olanları unutmadık. Fransa önce kendi karanlık tarihine baksın. Türkiye'ye ders vermeye kalkmasın. Evet, sizler böyle üstten bakmaya devam edin. Ama biz de size bu şekilde haddinizi bildirmeye devam edeceğiz. Artık eski Türkiye yok. Hak ettiğiniz cevabı da her zaman göreceksiniz. Siz kendinizi üstün görmeye devam edin ama bu muameleyi kabul etmeyen, doğruları söyleyen bir Türkiye var".
Sonya Krimi, peş peşe yediği şamar yağmuru esnasında fena sendelemiş, Çavuşoğlu'nun sözlerini sık sık “No! No! No!” sözleriyle bastırmaya çalışmıştı ama nafileydi zira kendi düşen ağlamazdı. Derken, tipik Avrupalı tavırlarına büründü. İşte, bilirsiniz; önce alaya aldı, sonra kıskandı ve en son saçmaladı. Neden sonra, bu saçmalayan ruh halini de alkışlayarak teyit etti. Aklınca protesto etmişti ki, şak! İkinci dalga geldi Çavuşoğlu'ndan; “çok teşekkür ediyorum, sağ olun, ne kadar nezaketli olduğunuzu da gördük. Ben de sizi alkışlıyorum, bravo! Ne kadar saygılı olduğunuzu görüyoruz, gerçekleri duymaktan hoşlanmıyorsunuz. Gerçekleri söylemeye devam edeceğiz, buna alışacaksınız! Başka seçeneğiniz yok, gerçekleri duymaya alışacaksınız, o kadar!".
Sayın, Mevlüt Çavuşoğlu'nun da değindiği gibi Fransızlar, 1994'te Ruanda'da iki karşıt kabileyi birbirine kırdırmış, 800 Bin insanın ölümüne neden olmuştular. 1945'te ise Cezayir'de, sömürü karşıtı bir buçuk milyon insanı katletmiş, kafataslarını ibret-i alem için şehir meydanlarında sergilemiştiler. (Yazının girişinde anlattığım “Türk kafası” hikayesinde yaşananların altında, nelerin yattığını daha net görebiliyorsunuz, değil mi?). Şimdi sıkı durun! Bayan Sonya'nın ülkesi Tunus da payesine düşeni almıştı. Tunus, yaklaşık üç yüz yıl boyunca huzur ve refah içerisinde yaşadığı Osmanlı hâkimiyetinin sona ermesiyle Fransızlarca işgal edilip sömürgeleştirildiğinde takvimler, 12 Mayıs 1881 tarihini gösteriyordu.
Sonya Krimi'nin bahsettiği Ermeni tehciri konusuna da değinecek olursam;
Rusların, Osmanlı himayesindeki Ermenilere uyguladığı provokatif eylemlerini engellemek amacıyla İstanbul hükümetinin, 1915'de aldığı tehcir yani sürgün kararı gereğince, güneye göç ettirilen Ermeniler için yapılan “soykırıma uğradılar” yakıştırması, Türkiye'nin kabul edilebileceği bir durum değildir. Hele Fransa gibi eli kana bulanmış, katil, sömürgeci bir ülke, ne hakla böylesine çirkin bir iftirada bulunabiliyor inanın, anlam veremiyorum.
Bu, “sömürgecilik” denilen kavram, öyle illet bir kavramdır ki, yalnızca insan emeği, tarım ürünleri ve yeraltı zenginlikleriyle yetinmiyor, zihinleri de müstemleke altına alıyordu. Hatta Belçika tarafından sömürülen Kongolu bir arkadaştan işitmiştim; “keşke bizi İngiltere sömürseydi, en azından daha adil olurdu” demişti, kulaklarıma inanamamıştım! Yaşadığım kısa süreli şaşkınlıktan sonra “yani ilk önce ‘sen bir sömürge ülkesisin' diyerekten güdülemiş sizleri beyaz adam, sonra ‘benim sömürgemsin' anlayışını yerleştirmiş zihinlerinize” demiştim. Görüyorsunuz, ne kadar içler acısı bir durum! Bizim ecdadımız, “ya istiklal ya ölüm” mottosuyla düşmanın üzerine atılırken Afrikalı, İngilizler tarafından sömürülmeyi yeğliyordu, e başka söze ne hacetti!
Son olarak… Sonya Krimi, Avrupa'daki Müslüman halkların içinde bulunduğu psikolojik durumun, yaşadığı travmanın bir tezahürüydü. “Dinime küfreden Müslüman olsa” derler ya hani, Sonya Krimi'nin de Müslüman olduğunu varsayarsak hazin olan, “Müslüman” kimliğiyle, çoğunluğu kendi dindaşlarından oluşan Türkiye'ye sahip çıkmak yerine, çelme takma arzusuydu… Anlaşılan “Fransız öpücüğü” dedikleri, bu olsa gerekti.