Size de tuhaf gelmiyor mu? Duvarlara “Yaşasın Komünizm” yazanı gördük, “Komünistler Moskova'ya” yazanı gördük. Ama hiçbir surette, “Yaşasın Kapitalizm” yazan birine rastlamadık. Aynı zamanda “sol, sosyal, sosyalist, komünist, milli, milliyetçi, demokrat, muhafazakâr” adı altında, olabildiğince geniş spektrumlu partilerle çoğu kez yollarımız kesişti ama Kapitalizm'in, dünyanın hiçbir yerinde kendi adını taşıyan, ülküsünü gelecek nesillere aktaran bir siyasi partisini, derneğini, vakfını, flamasını, sembolünü, taraftarını, sloganını, marşını, komita grubunu veya diasporasını ne gördük ne de işittik! (Ha, Liberal Demokrat Parti istisna sayılabilir ama doğrudan Kapitalizm'i temsil ettiği söylenemez. Keza Liberal Demokratlar, Kapitalizm'in yanında devede kulak kalırlar). Kapitalizm, tüm bu politik mefhumlara sahip olmamasına ve suya sabuna dokunmamasına karşın, nasıl oluyor da küresel egemenliğin asıl sahibi, Malcolm X'in de söylediği gibi “kuklacısı” olabiliyor, hiç merak ettiniz mi? Yukarıda da zikrettiğim gibi milliyetçi, muhafazakâr, demokrat ya da sol… Her birisi, halkla bu kadar iç içeyken; örgütlenip yayılma telaşına düşerlerken, tabanlarına antlar, yeminler içirirlerken Kapitalizm, hep bir kademe üstte duruyor, herkesi, her olayı tepeden seyrediyor ama altın varaklı tahtına kimseyi yanaştırmıyor! Hakikaten, nasıl başarıyor bunu? Yaptığı çok basit aslında. Evvela, hiçbir zaman közü eliyle tutmuyor Kapitalizm; daima maşa kullanıyor. Bunun içinse, dünyanın çeşitli bölgelerine localar kuruyor, sermayedarları, akademik misyonu olan, gelecek vaat eden kişileri o localarda, tek çatı altında topluyor, güdülüyor ve medyayı da yanına alarak, “küresel güç çarkı” oluşturuyor. Bu, küresel güç çarkının ana öğesi sermayedar gruplar, kendi topraklarında hem sosyo-politik yapıyı hem finans akışını hem de kendi istikballerini kontrol altına alıyorlar. Öte yandan fazlasıyla ukala ve bencil olduğundan, öyle her kesimle muhatap olmayan Kapitalizm; frak giyiyor, şampanya patlatıyor, havyar yiyor; avam sınıfına değil, sadece elitlere hitap ediyor. İnsanlar, “demokrasi” hülyaları görürken o, pekala saltanatını sürdürüyor! Dikkatinizi çekerim, cumhuriyetle yönetilen bütün halklar, kendi parlamento üyelerini, devlet başkanlarını seçme özgürlüğüne sahiplerken, aynı topraklar üzerinde çalıştıkları işyerinin patronunu, idari amirlerini ve hatta ustabaşılarını bile seçme özgürlüğüne sahip olamıyorlar. Yani “devlet” denilen o koca mekanizmayı devrimlerle, savaşlarla -demokratik terbiyeden- geçirmeyi başaran insanoğlu, serbest ekonomi modelini uygulayan ülkelerdeki irili-ufaklı işletmelerin saltanat rejimini sürdürmesine ses çıkarmadığı gibi tasdik de ediyor. İlginç, değil mi? “Kapitalizm, avam kesime hitap etmez” dedim, bunu da detaylandırayım isterseniz. Mesela, bir gecekonduya girdiğimizi farz edelim. İçeride Yılmaz Güney'in filmlerine, Che'nin posterlerine, Marks'ın “Komünist Manifesto”suna veyahut Necip Fazıl'ın “Çöle İnen Nur”una rastlama ihtimali bir hayli fazlayken; Adam Smith'in “Ulusların Zenginliği”ne veya Keynes'in “Para Üzerine İnceleme”sine rast gelme ihtimalimiz, nispeten daha azdır. Doğruya doğru! Elbette bahsi geçen kişi ve eserleri küçümsediğim için söylemiyorum bunları, her birisi, kendi ekolü içerisinde çığır açan değerlerdir. Asıl anlatmaya çalıştığım şudur; birileri, elimize bir takım kitaplar, ideolojik kavramlar, dilimize sloganlar tutuştururken, ortaya çıkan kaos nedeniyle, el altından cüzdanlarını dolduruyor, servetlerine servet katıyorlar. Tıpkı, müstemleke dönemindeki Afrika'da olduğu gibi… Sömürgeci Avrupalı ülkeler, önce kabilelerin arasına nifak tohumları ektiler, kışkırttılar, çatışma ortamı yaratıp insanları birbirine kırdırdılar, böylelikle nüfusu, daha rahat yönetebilecekleri sayıya düşürdüler ve sonra, ne mi oldu? “Kurtuluş müjdecisi” adı altında, halkın ellerine İncil tutuşturdular ama ellerinden altın, elmas, çikolata, kahve, ne varsa aldılar! Velhasılıkelam azizim, bir takım hizipçi kavgalarla, bu topraklarda yapılmak istenen de aynısıdır! Düşünsenize, o birileri, lebiderya villalarında içkisini yudumlarken bizler, - farkında olmadan- onlar için birbirimizi yedik yıllarca. “İnadına Devrim” dedik, kurşun sıktık, öldürdük! “Allahuekber” dedik, kurşun sıktık, öldürdük! Yeri geldi, ölen de “Allahuekber” dedi, öldüren de… Netice? Daha da zenginleşen burjuva, köküne kadar fakirleşen proletarya…
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Hür Haber
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ziya Polat
Kapitalizm'in ruhu
Size de tuhaf gelmiyor mu?
Duvarlara “Yaşasın Komünizm” yazanı gördük, “Komünistler Moskova'ya” yazanı gördük.
Ama hiçbir surette, “Yaşasın Kapitalizm” yazan birine rastlamadık.
Aynı zamanda “sol, sosyal, sosyalist, komünist, milli, milliyetçi, demokrat, muhafazakâr” adı altında, olabildiğince geniş spektrumlu partilerle çoğu kez yollarımız kesişti ama Kapitalizm'in, dünyanın hiçbir yerinde kendi adını taşıyan, ülküsünü gelecek nesillere aktaran bir siyasi partisini, derneğini, vakfını, flamasını, sembolünü, taraftarını, sloganını, marşını, komita grubunu veya diasporasını ne gördük ne de işittik!
(Ha, Liberal Demokrat Parti istisna sayılabilir ama doğrudan Kapitalizm'i temsil ettiği söylenemez. Keza Liberal Demokratlar, Kapitalizm'in yanında devede kulak kalırlar).
Kapitalizm, tüm bu politik mefhumlara sahip olmamasına ve suya sabuna dokunmamasına karşın, nasıl oluyor da küresel egemenliğin asıl sahibi, Malcolm X'in de söylediği gibi “kuklacısı” olabiliyor, hiç merak ettiniz mi?
Yukarıda da zikrettiğim gibi milliyetçi, muhafazakâr, demokrat ya da sol… Her birisi, halkla bu kadar iç içeyken; örgütlenip yayılma telaşına düşerlerken, tabanlarına antlar, yeminler içirirlerken Kapitalizm, hep bir kademe üstte duruyor, herkesi, her olayı tepeden seyrediyor ama altın varaklı tahtına kimseyi yanaştırmıyor!
Hakikaten, nasıl başarıyor bunu?
Yaptığı çok basit aslında.
Evvela, hiçbir zaman közü eliyle tutmuyor Kapitalizm; daima maşa kullanıyor. Bunun içinse, dünyanın çeşitli bölgelerine localar kuruyor, sermayedarları, akademik misyonu olan, gelecek vaat eden kişileri o localarda, tek çatı altında topluyor, güdülüyor ve medyayı da yanına alarak, “küresel güç çarkı” oluşturuyor.
Bu, küresel güç çarkının ana öğesi sermayedar gruplar, kendi topraklarında hem sosyo-politik yapıyı hem finans akışını hem de kendi istikballerini kontrol altına alıyorlar.
Öte yandan fazlasıyla ukala ve bencil olduğundan, öyle her kesimle muhatap olmayan Kapitalizm; frak giyiyor, şampanya patlatıyor, havyar yiyor; avam sınıfına değil, sadece elitlere hitap ediyor. İnsanlar, “demokrasi” hülyaları görürken o, pekala saltanatını sürdürüyor! Dikkatinizi çekerim, cumhuriyetle yönetilen bütün halklar, kendi parlamento üyelerini, devlet başkanlarını seçme özgürlüğüne sahiplerken, aynı topraklar üzerinde çalıştıkları işyerinin patronunu, idari amirlerini ve hatta ustabaşılarını bile seçme özgürlüğüne sahip olamıyorlar. Yani “devlet” denilen o koca mekanizmayı devrimlerle, savaşlarla -demokratik terbiyeden- geçirmeyi başaran insanoğlu, serbest ekonomi modelini uygulayan ülkelerdeki irili-ufaklı işletmelerin saltanat rejimini sürdürmesine ses çıkarmadığı gibi tasdik de ediyor.
İlginç, değil mi?
“Kapitalizm, avam kesime hitap etmez” dedim, bunu da detaylandırayım isterseniz.
Mesela, bir gecekonduya girdiğimizi farz edelim. İçeride Yılmaz Güney'in filmlerine, Che'nin posterlerine, Marks'ın “Komünist Manifesto”suna veyahut Necip Fazıl'ın “Çöle İnen Nur”una rastlama ihtimali bir hayli fazlayken; Adam Smith'in “Ulusların Zenginliği”ne veya Keynes'in “Para Üzerine İnceleme”sine rast gelme ihtimalimiz, nispeten daha azdır.
Doğruya doğru!
Elbette bahsi geçen kişi ve eserleri küçümsediğim için söylemiyorum bunları, her birisi, kendi ekolü içerisinde çığır açan değerlerdir. Asıl anlatmaya çalıştığım şudur; birileri, elimize bir takım kitaplar, ideolojik kavramlar, dilimize sloganlar tutuştururken, ortaya çıkan kaos nedeniyle, el altından cüzdanlarını dolduruyor, servetlerine servet katıyorlar.
Tıpkı, müstemleke dönemindeki Afrika'da olduğu gibi…
Sömürgeci Avrupalı ülkeler, önce kabilelerin arasına nifak tohumları ektiler, kışkırttılar, çatışma ortamı yaratıp insanları birbirine kırdırdılar, böylelikle nüfusu, daha rahat yönetebilecekleri sayıya düşürdüler ve sonra, ne mi oldu?
“Kurtuluş müjdecisi” adı altında, halkın ellerine İncil tutuşturdular ama ellerinden altın, elmas, çikolata, kahve, ne varsa aldılar!
Velhasılıkelam azizim, bir takım hizipçi kavgalarla, bu topraklarda yapılmak istenen de aynısıdır! Düşünsenize, o birileri, lebiderya villalarında içkisini yudumlarken bizler, - farkında olmadan- onlar için birbirimizi yedik yıllarca.
“İnadına Devrim” dedik, kurşun sıktık, öldürdük!
“Allahuekber” dedik, kurşun sıktık, öldürdük!
Yeri geldi, ölen de “Allahuekber” dedi, öldüren de…
Netice?
Daha da zenginleşen burjuva, köküne kadar fakirleşen proletarya…